25 Mart 2011 Cuma

Savaşa girme merakı…

Savaşa girme merakı…

Ne kadar savaşa girme meraklısıymışız, haberim vardı ama bu kadar da açık açık ele güne karşı da yapılmaz ki, henüz tezkere bile çıkmadan gemileri rotasını belirledik ve yola çıkardık. Önce yola çıkıyor, sonra arkasından hukuki süreci yapılıyor… Ne kadar çok meraklıymışız?
Bir yayınevi çıkmayan bir kitap yüzünden aranıyor, söz ile söyleniyor arama nedeni, fakat normal koşullarda yazılı olarak bildirmek zorundalar, yazılı belge olmadan bırakın yayınevine, eve bile giremezler, çünkü bu konuda uluslararası yasalara tabi olduğumuza dair altına imza attığımız sözleşmeler var. Bu sözleşmelere uygun olsun diye ikinci defa geliniyor ve yine aranıyor, bu sefer mahkeme kararı belgesi ile. İlk aramanın hukuki süreci ikinci aramada yerine getirilmiş. Ne kadar meraklıymışız, verilen görevi leb demeden yerine getirmeye… Günlerdir orada duran bir bilginin, kitabın ya da müsvettesinin bir saat sonra yok olacağını düşünerek, acil baskın yapıp, aramak ve silmek. Silmek, yakmanın modern teknolojideki adı mı oldu?
Komşu ülke için, yakında BM bir karar alsa ve uçma yasağı koysa ne olacak? Meclisi toplayıp onlar için hemen karar mı alacağız, bir koyup üç almaca…
Aynı durumu, komşu ülkede bizim için yapsa ne düşünürdük? Kendi toprağımızı ve komşu ülkenin toprağını bombalama durumu artık başka açıdan bakılsa ve yorumlansa, bu durumda BM karar alsa ve komşu ülkelerin meclisleri toplansa ve BM gücüne kendi ülkelerinin askerlerinin ve hava kuvvetlerinin katılması için karar alsa, ne düşünülür? Üstelik insan hakları için onların başbakanlarına bir de kısa süre önce ödül verdiğimizi düşünelim. Basın ve medya ile kısa bir süre öncesine kadar; “dost, kardeş” dediğimiz bir lider, bizim hakkımızda asker göndermek için meclisini toplasa ve “o ülkelerdeki her vatandaş bizim vatandaşımız, onların halkına silah sıkmayacak askerimiz” dese ne düşünürsünüz? Empati yapamayanlar, başkalarının da size karşı empati yapmayacağını bilmeleri gereklidir, aynı acımasızlık, duyarsızlıklar ve kendi çıkarları doğrultusunda yaklaşacağını unutmayalım. Bir koyup üç alalım derken, kendimizi yok ederken, bir kuşağın üzerine suç yüklediğinizi düşünün, suça ortak olmayın! Tezkere ile başkalarının toprakları için, başkalarının çıkarı için asker göndermeye hayır deyin. Geleceğin, bugünkü onuru olun… Gelecek kuşak bize bakıp utanmasın, evet desinler, o yanlışı alanlar erk sahibiydi ama onurlu insanlarda vardı demeleri için onlara olanak yaratın…
Bir koyup üç almak için başkalarına akıl verenler, ne kadar akla ihtiyaç duyduklarını tarih bize öğretmiştir. Irak, Afganistan, Somali, Libya, Kosava… Yaklaşmakta olan üçüncü dünya savaşının provaları gibi, cepheler ve koalisyonlar kurulma sürecini yaşamaktayız. Çünkü bütün savaşlarının tek göstergesi vardır, kriz.
Krizi aşamayanların söyleyecek sözü kalmaz, savaşmaktan başka… Sözü olmayanlar, çatışır… Çatışanların kazanacağı bir şeyler vardır ama cephede karşılıklı silah sıkanların bir tarafının kazanacağı aslında bir şey yoktur. Onlar başkaları için çarpışır ve öldüğü ile kalır. Kore dağlarında atalarımız neden çatışmıştı, anlayan ve anlatabilecek olan var mı? Somali’de neden askerimiz var? Neden Afganistan’dayız, oradan elde ettiğimiz çıkarlar nedir, bize ne kazandırdı? Oraya gönderdiğimiz askerlerimiz için kira bedeli mi alıyoruz, neden Afganistan topraklarında nöbet tutar askerimiz? Yararı şudur desinler... Yuvarlak cümlelere sığınmadan savaşın ve savaşta taraf olmamızın nedenini anlatsınlar. Neden, insan öldürülmesine taraf oluyoruz? Yaşamı savunmak için öldürmek mi zorundayız ya da öldürenlere yardım etmek ve desteklemek mi zorundayız, yok mu başka çözüm yolu? Nedir leb demeden anlayıp yola çıkmalar? Bizler o kadar akıllıysak, neden hala kriz içinde ve kendi sorununu çözemez haldeyiz? Sivil itaatsizlik eylemleri durduk yere mi başladı, yok mu bu işte sessiz kalan bizlerin suçu?
Silmek, yakmanın modern dili oldu, yok saymak asimilasyonun öteki adı. Başkası için savaşmak normal bir şey olarak algılanır oldu. Ve bir koyup üç almak bizim milli hayalimiz oldu.
Hayır, savaşmıyorum, savaşa da taraf olmuyorum. Ben önce komşum ile barışmayı, onu anlamayı ve bir arada yaşamayı daha çok önemsiyorum. Önce anlamayı, yorumlamayı ve görev adamı olmadığımı düşünüyorum. Leb demeden leblebi denmesini da anlamıyorum, gidip leblebi alıp elimde tutmayı da akıl sır erdiremiyorum. Yakmak ne kadar insanlık suçu ise, silmekte o kadar insanlık suçu olduğunu zaman bize anlatacaktır diye düşünüyorum. O suçu emir ile yapanda, emir verende tarih önünde suçlu olduğunu düşünüyorum, çünkü yakmak ile kitapları meydanlarda toplayıp, toplu yakmak ile ne kitap ne de yazarın düşüncesi ortadan kalkıyor… Kristal akşamları unutulmadı, yapanları kim anımsıyor ama yakılan kitapların yazarlarının eserleri bugün her dilde kitap olarak okunuyor. Elbette yakanlar ve karar verenler tarih sayfalarında kara harflerle yerini koruyor ve kimse onların bu geçmişine sahip çıkmıyor. Nasıl olsa unutulacağız, o yüzden yaptığımız yanımıza kar kalsın anlayışını tarih yalanlıyor… Tarih her şeyi not ediyor ve gelecek kuşağa, kendi çocuğunun üzerine bir yük olarak bırakıyor… Çocuğum, benim yaptıklarımdan utanmasın, övünsün istiyorsak, binlerce yıldır işlenen suçu tekrar işlemeyelim…
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: