22 Mart 2011 Salı

Sinema ve komedi

Sinema ve komedi
Sinema ve komedi deyince aklımıza hep birkaç isim gelir, neden dersiniz? Çünkü komedi onlar ile özdeşleştirdik, onlar ile büyüdük ve onlar sayesinde nasıl gülüneceğini, dram olan bir olaydan bile nasıl komedi unsurun çıkılacağını öğrendik. Onlar bizim dünya bakış açımızın ilk nüveleri oldu, büyüdük, büyüttük ve komediyi küçümser hale geldik, çünkü komik adamlar rahatsız eder, düzen ile barışık değildir. Barıştın mı düzen ile komedi düşer, yerini dram alır. Dramların bu kadar fazla izleyici ve reklam toplamasının arkasında işte bu paraya dayalı ilişki yatar. Komedi sorar, beklenmedik anda tepki verir. Komedi rahatsız eder… o yüzden komediyi aşağılayabilmek için ellerinden geleni yaparlar, işi gücü olmayan aylak adamların yaptığı iş olarak algılatmaya çalışılır ve ayak takımının işte eğlencesi olarak görülür. O kadar ileri giderler ki, padişahların, kralların yanında şarlatanlar alınır, onları eğlendirmeleri için, bugün kral adını taşımayan bazı krallarda çevrelerine yalaka şarlatanlar almayı ihmal etmezler. Şarlatanların yaptığı hiçbir açıklama ciddiye alınmaz, eğer şarlatanın yaptığını onun erki yaparsa, iş ciddi olur ve dram başlar. Şarlatanlar ile komedyenler arasında en büyük fark, şarlatan sadece ağız gülümsemesini önemser ve eğlenceye dayalıdır. Komedi ise beyinin gülmesine ve ince mesajların içinde olmasına önem verir. Nasrettin hocamız mizah yapar, şarlatanlık yapmaz. Ama şarlatan olup da ismi duyulan kişiler var mı, elbette var, ama dönemi biter bitmez unutulur gider, ama mizahçı öyle mi, yaşar… Olaylar ve benzer olaylar olduğunda o mizahçıyı arar gözlerimiz, beynimiz.

Charlie Chaplin ve Loren ve Hardy ikilisi sessiz sinemanın büyük starlarıdır ve dünya sinemasına yön vermişlerdir. Bizim siyah beyaz kanal izlediğimiz günlerde evimize girdiler ve o giriş, sinema dünyamızı da etkilediler. Onların etkileri ve izleri abartılarak kendi sinemamız içinde de yerlerini aldılar. Mr Bean ise soğuk İngiliz komedisi olarak algıladık. Olur olmayan yerde gülme efektleri ile abartılmış mimikleri ile yaşantımıza girdi. Hollywood çizgi film ile komedi sektörünü nasıl paraya döndüreceğini buldu ve bir çok ülkede eğlence merkezleri açtı, maketlerden ve gerçek insanlardan oluşan sirkler, showlar ile yeni bir alan yarattı. En ciddi oyuncuyu bile figüran olarak kullanmaktan geri durmadı. Sinemda iş yapabilmek için ismi duyulmuş bir oyuncuyu başoyuncu yap, afişlerde öne çıkar ve gösterim öncesi magazin programlarına dağıt ve gişe işini garantile diye algılandı. Film öncesi oyuncularımızın başından geçen komik trajediler magazin sayfalarında, gösterim öncesi boy gösterir ve hemen unutulur. Açılışta yeterli para kazınıldığı an unutulur. Gişeden yeter ki para geçsin. Para için her şey mubahtır. Bizde de dünyadan farklı olarak bir şey yok gibidir…

Ama biz sinema sanayisini kurmadık, çünkü bizde teknoloji için kafa yoran olmadı, teknolojisi olmayanın sanayisi olur mu, olur ama ancak bugün yaşadığımız kadar olur. Bize ait ne bir film, ne kamera, ne bakış açısı oldu, her aleti nasıl dışarıdan alıp, burada kendimize uygun monte etmişsek, sinema sektörümüzü de aynı o şekilde yaptık. Porno filmlerinde Almanları taklit ettik, komedi filmlerinde Amerikan ama bize uyarlanmış hali ile. Uzay filmi ile kendimize özgün aletler uydurduk, konuşmalarımızı nayır, n’olamaz doğru döndürdük. Amerikan İngilizcesini Türkçe dönüşümü nayır olarak biçimlendirdik. Romantik, macera filmleri sonrasında komedi filmleri ürettik.

Komedi film üretmek öyle basit bir şey değildir, ama biz ne yaptık? Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı kitabını ciltler dolusu haline getirdik, amacına ve içeriğine uygun olmayan içi boş komedi ürettik. İçi boş olması yüzünden çok tutuldu, çünkü insanların gülmeye ihtiyacı vardı ve o gülme beyaz perdeden evlerimize, mahallemize doğru geldi. O gelen görüntülerdeki konuşmaları kendimize uydurduk, bir çok insanımız “inek” oldu, her şeyi bilen öğretmenler oldu, müdürün disiplini ile korku oldu.

Sinema tarihimizi kronolojik olarak iz düşümünü izlersek;
40’lı yıllarda İsmail Dümbüllü halk komiği olarak yıldızlaşır. 50’li yıllarda yeni yeni komikler tanırız. Aziz Basmacı, Settar Körmükçü, Vahi Öz, Zeki Alpan, Münir Özkul gibi oyuncular beyazperdenin sevilen komiklerinden bazılarıdır sadece. 1960’lı yıllara gelindiğinde salon komedileri dönemi de başlıyordu. Yine bu dönemde etkisi yıllarca sürecek tiplemeler de yaratılır. Feridun Karakaya’nın oynadığı Cilalı İbo, Öztürk Serengil’in Adanalı Tayfur’u ve Sadri Alışık’ın Turist Ömer’i güldürü sinemasının üç büyükleri olarak öne çıkar. Adanalı Tayfur gibi Adanalı Celal’de de izleriz Öztürk Serengil’i. Sadri Alışık’ı da dramla güldürüyü iç içe barındıran filmlerde izleriz.
Komedi filmlerinin jenerikleri de komik ve yaratıcı olmaktadır. 60’lı yıllar komedilerinin, bol kadrolu yıldızlar geçidi komedi filmlerinin bolca yapıldığı ve çok sevildiği verimli bir dönemdir. Kimler yoktur ki unutulmaz güldürü ustaları arasında... Vahi Öz, Necdet Tosun, Cevat Kurtuluş, Ali Şen, Mualla Sürer, Mürvet Sim, Hulusi Kentmen, Suphi Kaner hemen akla gelenlerden bazıları sadece...

Vahi Öz, Horoz Nuri tiplemesiyle birçok filmde yansır beyazperdeye... Vahi Öz’ün, Mualla Sürer’le oluşturdukları ikili ise unutulmaz bir neşe kaynağıdır o filmleri izlediğimizde. Türk sinemasının hüzün yüzlü komiği Suphi Kaner ise ne yazık ki trajik bir hayat sürdürür. En verimli döneminde intihar ederek ayrılır aramızdan. Cevat Kurtuluş unutulmazlar arasına yazdırır adını. Hulusi Kentmen de Mualla Sürer’le haylaz çocuklar gibidir bir çok filmde... Sami Hazinses her zamanki Sami Hazinses’dir, fıldır fıldır oynayan gözleriyle...

Komedi, sinemamızın trajedi filmlerin içinden çıktı dersem abartı olmasa gerek, dram oynanan bir sahnede, bazı oyuncuların beyaz perdede gözükmesi yüzlerde gülümsemelere yol açtı. Necdet Tosun, Hüseyin Baradan, Feridun Karakaya, Suna Pekuysal, Hulisi Kentmen, Gazanfer Özcan, Nejat Uygur, Bilge Zobu, Sadri Alışık, Selim Naşit, Toto Karca, İsmet Ay, Vasfı Rıza Zobu, Şemsi İnkaya, Suphi Kaner… Hangi filimde karşımıza çıkarlarsa çıksınlar, onların perdeye yansıyan görüntüsü ile içimizi bir mutluluk ve neşe kaplardı. Onlar en ağır dram filmi bile neşe içinde bırakırlardı. Çünkü onlar mimikleri, sesleri ile bizim insanımızın gülümseyen yüzünü ifade ediyorlardı. (Onların yaşamları ayrı bir dramdır, beyaz perdede mutlu yaşamı olanlar, özel yaşamında açlık ve işsizlik ile mücadele ediyorlardı, işte onlardan biri Suphi Kaner işsizlik yüzünden intihar edecekti, arası bozuk olduğu yapımcısı ile kavgaya girmiş ve hayatı ile ödemişti, çünkü yapımcısı ona iş verilmemesi konusunda baskı uygulamıştı diğer yapımcılara…) En fakir durumda dahi dünyaya umut ve neşe içinde bakmanın öteki yüzleriydi. Film yapımcıları bunları bildikleri için bir kaçı hariç komedi oyuncularını hep ikinci rollerde veya figüran gibi beyaz perdeye yansıttılar. Hiç gördünüz mü Necdet Tosun’un başrol oynadığı bir filmi? O gerçek bir oyuncuydu ama başrolde oynatılmadı. Jönler vardı ve roller biçilmişti, gişe getirecek oyuncular ve gişeye yardımcı oyuncular olarak bakılıyordu yapımcı tarafından. Zaten olmayan bir sektörde daha fazla zarar etmemek için, en ucuz ve en kolay olanı tercih ediyorlar ve bu sayede hem gişeyi sağlama almış oluyorlar, hem de film çevirmiş oluyorlar. Yapımcıların o dönemde sinema salonu gibi dertleri olmadığını, köy köy dolaşan eşek, katır sırtında bir beyaz çarşaf (onu perde olarak okuyun) sinema tutkunları vardı. Köylere gider, meydana perdesini asar ve sinema gösterimi yapardı. Köy yaşantısında olanların dünyaya ilk bakışları bu perdeden olmuştur. Romantik öpüşü orada görüp, akşam evde deneme yapmanlar, ertesi gün keyif ile kahvede sırıtmaları ile ortaya çıkmaktaydı. İçgüdü ayrıydı, perde görünen ayrıydı ve perdede görünen daha keyifli olduğunu pratik yaparak öğrenmişlerdi, her sinema gösteri sonrası nüfusta oynama oluyor muydu, bilemiyorum.

Sinemanın ilk komedileri bilemem ama benim için ilk komediler, kovboy filmlerimizdi. Ben çok keyif alırdım ve keyif ile sokakta kovboyculuk oynardım. Daha sonra bunların çizgi romanlarını okudum. Teksas, Tom Miks, Kaptan Swing, daha sonraları Ten Ten, Red Kit gibi bizden olmayan ama bizim kahramanlarımızın komik hallerini sokakta arkadaşlarımla oynadım. Sonra evimizin içine TV girmesi ile birlikte komik filmler ile de tanışmaya başladım. Bu komik filmlerin başrol oyuncuları eskiden olduğu gibi yakışıklılardan oluşmuyordu. Kemal Sunal, Şener Şen, İlyas Salman, Ercan Yazgan, Şevket Altuğ, Ayşe Gruda, Adile Naşit, Gülşen Bubikoğlu, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Meral Zeren, Münir Özkul, Müjdat Gezen, Erdal Özyağcılar, Halit Akçatepe, Levent Kırca, tekin Akmansoy, Perran Kutman, Erol Günaydın, Ali Poyrazoğlu, Yaprak Özdemiroğlu, Aydemir Akbaş, Savaş Dinçer… yeni bir kuşak sinemanın yeni komedi yüzü olarak gözükmeye başladı. Türkiye’nin en çalkantılı döneminde komedi yaptılar ve komedi filmleri sosyal içerikli, eleştirel ve kara mizah unsurları da içinde barındıran bir hal aldı. 12 Eylül darbesi ile birlikte kara mizah çizgi daha öne çıktı ve söylenmesi gerekeni, ince espriler ile söylediler. 12 Eylül mizah alanında başka bir kulvarı daha açıyordu. Gırgır Dergisini. Gırgır Dergisi toplumsal muhalefetin öteki adı olmuştu. Günlük mizah gazetesi daha çıkardılar. Öyle bir çalışmayı bugün daha göze alacak insan yok... Müthiş bir ilgi uyandırmıştı ve Gırgırın yetiştirildiği karikatüristler ve mizah yazarları komedi sinema alanında eserler vermeye başladı ve onlara uygun sanatçılarda beyaz perdede parlamaya başladı. 12 Eylül ile birlikte Gani Müjde sinemamız için önemli bir isim olacaktı. Onu yaratan ve besleyen bir kuşaktan geliyordu ve o kuşağın üzerinden daha ileri boyutlara taşıdığı mizah dilini sinemamıza kazandırıyordu. Onun ile birlikte bir çok senaryo yazarı arkadaşımızda sinemada isimlerini göstermeye başladılar, fakat Gani Müjde / Atay Sözer kadar devamlılık gösteren olmadı, olduysa da benim haberim yok özür dilerim. Uğur Yücel, Tulu Çizgen, Yasemin Yalçın, Bülent Karabaş, Mehmet Ali Erbil, Müjde Ar, Rasim Öztekin, Güven Kıraç, Okan Bayülgen, Özkan Uğur, Ozan Güven, Engin Günaydın, Peker Açıkalın, Mustafa Üstündağ, Levent Üzümcü, Mazhar Alanson, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Hakan Yılmaz, Demet Akbağ, Ata Demirer, Beyazit Öztük, Haluk Bilginer, Ferhan Şensoy, Şafak Sezer, Şahan Gökbakar, Cem Devran, Sümer Tilmaç… Sinema sektörüne özel televizyonların karışması ile birlikte diziler rakip olarak geldi. Sinemada oynayan oyuncular teker teker dizi sektörüne girmek zorunda kaldı, çünkü diziler daha çok para getiren ve kısa sürede üretilen ve tüketilen şey konumuna geldi. Diziler zaman içinde o kadar değere bindi ki, televizyonlar için en önemli saatlerde yayınlanan; ana ve lokomotif özelliği gösteren konuma geldi. Dizler ile oturup kalkan, dizler ile günün sohbetini yapar hale geldik. Şimdi politik arenadaki söylemlerde artık dizlerden alınır hale geldi. Dizler günlük yaşamı belirlerde mizah anlayışımızı belirlemez mi? Elbette sanayisi olmayan sinema sektörümüz, dizlerinin sunumu ve kazanç yönünü daha önceden denenmiş ve para getiren yerden kopyalamakta gecikmedi ve gülme efektleri ile birlikte komedi dizleri seyreder olduk. Gülme efekti varsa eğer, o dizi komedi dizisidir. Yoksa, demek ki komedi değil der hale geldik. Komedi anlayışımız ve dizlerin dilleri Amerikan sanayisinin kötü bir kopyası konumuna geldi, kopya yaparız da abartmaz mıyız, elbette abartacaktık, kırkbeş dakika olan süreyi bizi ikiye katladık, hatta bazı dizilerde üçe katladık ve sinema film süresini dizi saatini konuma getirdik ve geçtik… Diziler ile daha hızlı ve haftalık üretir hale geldik. Bir hafta içinde, dizi çekiliyor, montaj yapılıyor, reklam için pasajlar çıkartılıyor ve gösterime giriyor. Üç saat süren dizi ürettik ve bunu istikrarlı bir şekilde üretmeye devam ediyoruz.

Oyuncuları sayıp da onlara rol veren ve şans verenleri anmamak olur mu? Orhan Aksoy, Şerif Gören, Zeki Ökten, Zeki Alaysa, Kartal Tibet, Orhan Elmas, Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz… aklıma ilk gelenleri aldım, unuttuklarımdan da özür dilerim.

Senaryo yazan arkadaşımı kaç aydır görmüyorum, biliyor musunuz? Bu üç saat dizi olduktan sonra arkadaşımı bilgisayar başında intihar etmeyi düşünür halde buldum. Ne haber dedim geçenlerde, duvar yazıları gibi konuştu. Sms veya Twitter gibi kısa kısa anlamlı anlamsız bir şeyler söyler buldum. Kamyon arkası yazılar, dizilerin repliklerinde görür olduk. Kamyon arkası yazıları bile artık kurtarıcı gözü ile bakar buldum. Mizah ve senaryo yazmak sanki çok kolaymış gibi gözükür oldu ama kimse bu senaryoyu yazanın oynayanın, filmini çeken teknik elemanın durumunu görmüyor. Daha fazla, daha uzun üretin diyen televizyon patronları; aldıkları reklamlara bakıp, köleleştirdikleri sektör elemanlarına yaşam alanı bile bırakamadı. Etinden, kemiğinden ve beynin en ince damarından yararlandığı mizah insanın ürettiğini, o kadar hızlı tüketir olduk ki, piyasa koşullarının rekabet ortamında kimin yazdığı belli olmayan mizah ürünlerine bakar olduk, hangisi iyi para, pardon reklam alıyorsa dizilerde o çok kazandırana uygun kopyalarını yaratmaya başladı. Önceleri Amerikan dizlerine uygun replikler üretenler, şimdi bizim duvar yazılarımıza uygun replikler uydurmaya başladılar. Tercüme film bile izleyecek zamanları yok! Zaman, senaryo yazarı için önemli her dakikasını uykusuz olarak değerlendirmek zorundadır. Her hafta yetiştirmesi gereken doksan dakika var ve o doksan dakika küçük bir öykü ile dolmuyor… Tekrarı bol, kısa sohbetleri bol olan ve daha çok hareketli içi boş dizler seyirciye verilmek zorunda kalıyor, çünkü senaryo yazarının çevresine bakıp neler olduğunun farkına varacak vakti yok, okumak mı o da ne der haldeler… O yüzden son komedi filmler ve diziler apolitiktir. Apolitik dizler ve sinema filmleri gişe rekorları kırıyor. Hatta küçük bir politik espri olduğunda, hah bu işte komedi bu diye alkış bile tutanımız olmaya başladı ama politik mizah sinema ve dizilerimiz içinde artık yoktur. Yetmişli ve seksenli yılların politik duruşu olan sanatçısı da yoktur. Son dönem oyunculara bakın, ne savunduklarını ve nasıl yaşadıklarını inceleyin, göreceğiniz ilk başta tutarsızlık görürsünüz. Oyuncunun birinci amacı sadece ünlü olmak, para kazanmak olduğunu görürsünüz. Kendi menajeri ile çalışmayı hayal eden bir çok oyuncu ile karşılaşırsınız. Belden aşağıya ve çağın sorunları ile ilgilenmeyen, içi boş mizah ürünleri ile karşılaşırsınız. Komedi sinemamız, kapak politik, iç sayfaları apolitik, daha çok seksist mizah dergilerinin bir yansıması gibidir. Komedi diye üretilenler, komik olmak yerine padişahını eğlendirmeye çalışan şarlatanların esprileri gibidir. Şarlatan bilir ki, yanlış bir kelime boynunun vurulması anlamındadır ve şarlatanlar hiçbir zaman soruna parmak basmazlar, hoş vakit geçirtmeyi amaçlar. Hoş vakit geçirilen ama içinde mizah olmayan sinemamız beyaz perdeye yansımaya devam ediyor. Bu bir tercih değil, belki şartların zorlaması olarak okuyabiliriz, alan memnun, satan ise kasası dolduğu sürece çok memnun olduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Yaşadığımız zaman diliminde ne yazık ki mizah yazarı ve oyuncusu çok yok, olanlar ise ekmek kavgasında piyasa uygun ürünler vermeye devam ediyorlar. Piyasa kimin nereye savuracağını önceden söylemiyor… Çağımıza mizahi olarak şahitlik yapacak, çıkışlar yapacak cesaretli pek insan yok, bu da belki çok doğal, çünkü kimse bir yaştan sonra riske girmek istemiyor, yeni gelenler ise zaten risk nedir bilmeden, hep sağdan, soldan dolanarak, işleri bitene kadar eğilmeyi doğal görüyor. Onlar için mizah belden aşağı yapıldığında para demek ve ona göre eser üretiyorlar. Şimdi çok ünlü olan sanatçıların hangileri politik mizah üretti diye bakın, bir iki kişi dışında bulma şansınız yok, içi boş ve zamana uygun espriler dışında ileriye bırakılacak bir çalışma ile karşı karşıya kalamazsınız. Günümüzde bir Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz yok. Farklı kulvarda ürün verenler var, ama suya sabuna dokunur gibi yapıp, dokunmadan temizlenmeye çalışanlar daha çok bol… para ile kendi vicdanlarını rahatlatanlar, geçmişte savunduklarının üzerine sünger çekmeyi, marifet olarak gösterip, yeni yaşam biçimlerini özlenen ve çekici göstermek için her türlü magazin haber üretmeyi marifet sayan bir anlayışın hakim olduğu süreci yaşıyoruz. Magazin sayfalarında yaşayanlar, kendilerine ait sırça köşk yaratmışlardır ve bu sırça köşklerinde kapı kulu olarak yaşamak onları mutlu etmektedir. Her koyun kendi bacağından asılır diyerek, gemisini kurtarmak için, iktidarın nimetlerinden yararlanmak için, her türlü var olan gerçeği illüzyona çevirmek için çaba sarf eden, yeni oluşan bir liberal yaşam tarzı yaratıldı. Bu yaratılan yaşam tarzında eskiden solcu olmuş olanların olması tesadüfi değildir. Bugün sponsor oldukları dizlere, filmlere bakın söylemleri ile erk sahibini rahatsız edici değildir, aksine erk sahibinin yaşam tarzına uygun görüşler dillendirmektedir. Özgürlük anlayışını bile erk sahibinin bakışı kadar sınırlayanlar, bugün sinema sektörü içinde varlıklarını reklam filmleri çekerek, meslek okulları ve kurslar açarak sürdürmekte ve elindekini kaybetmemek için iktidar ile dans etmeyi marifet gören bir anlayış varlığını korumaktadır. Komedi dizlerin bazılarında erk sahibinin amacına uygun mesajlar veriliyor. Mizah dizleri tersi amacına uygun konumlandırılıyor, çünkü mizah eleştirel olması gerekirken, eleştirel değil, akıl verir konumuna gelmiştir gülme efektleri eşliğinde. Bugün Metin Akpınar’ın oynadığı “papatyam” dizisi erk sahibinin sesi olarak karşımıza çıkmaktadır ve sisteme ve düzene uygun mesajlar, oynandığı zamana uygun vermektedir… Dizi komik değildir, şaka gibi bir dizidir ve uzun süredir yayındadır. Her bölümde akıl verir izleyiciye, kimin bakış açısından verir dersiniz?
Şaka bir yana, mizah şakaya gelir tarafı yoktur, mizahın içeriği şaka değildir, şaka padişah ya da kralın yanında yer alan “şarlatan” için hayati bir şeydir, çünkü şaka yaparken her an boynunun vurulması riski vardır, ama mizahçı erk sahibinin yanında yer alamaz, daha özgürdür ve eleştireldir. Bugün eleştirel anlamda üretilen kaç filmimiz var dersiniz?

Cemal Süreyya ile nokta koyayım derim beyaz perde konusuna..

Sevgilim Ben Şimdi

Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz".
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen - derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyelerden çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
İçeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi

CEMAL SÜREYA

Hiç yorum yok: