21 Ağustos 2011 Pazar

Babamın kitabı


Babamın kitabı

“Benim babam komünistti. Hep komünist olmamıştı tabii, öldüğünde artık komünist değildi zaten.” Kitap bu cümle ile başlar ve sizi sayfalarına davet eder.
İsviçre’de almanca konuşan ve Almanya sınırına yakın bir kasabada yaşayan çekirdek bir ailenin ferdiydi Karl Felix adında abisi vardı, ondan okulda hep iki sınıf üstte okurdu. Abisinin gölgesinde yaşardı, gerçi ondan başarılı olmasına rağmen aile içinde pek hissedilmeyen biriydi. Politika ile ilgilenmiyordu, hatta o kadar ilgisizdi ki Lenin ile karşılaşıp karşılaşmadığını bilemiyordu, oysa Lenin onun yaşadığı yerde sürgün günlerini yaşıyordu. Koltuğunun altında top, arkadaşları ile oyun onu daha çok cezbediyordu.
Babası öğretmendi, annesi ev kadını ve hayatında belki bir kitap okumuştu, o da kuşkuluydu. Okuduğu kitap elbette İncil’di.
Otuz yaşarlına geldiğinde solcular ile karşılaştı, takvimde otuzlu yılları gösteriyordu. Dünya yeni savaşın eşiğine doğu hızlı bir şekilde komşu ülkede adımlarını iktidara gelen Naziler sayesinde hissettiriyordu.
Karl’a babası bir “beyaz defter” verir, (ileride defter yerine kitap denilecektir, çünkü yaşamın romanı el yazısı ile yazılmış oluyordu.) yaşadıklarını gün be gün yazmasını ister. Elbette defterin verildiği gün sıradan bir gün değildir, gelenek olarak babalar oğullarına 12 yaş gününde, yani erkekliğe adım attığı günde verilir. Gelenekler daha başka şeyleri de içinde barındırır, gerçi bugün turizm bir çok geleneği ortadan kaldırmış olmasına rağmen, henüz çocukken yaşarken yaşayan geleneklerden oda faydalanır.
Bir gün babası ölür ve babasının cenazesi için doğduğu köye gidip onun tabutunu almak geleneğin bir parçasıdır. Hani masallarda denir ya; dere tepe düz gider ve köye ulaşır ve her kapının önünde tabut vardır. Gelenek gereği her doğan için bir tabut hazırlanır ve evlerin önünde dururdu. Bu gelenek yaşam içinde ölüm sürekli anımsatılır.
Gördükleri farklı bir durumdur, meydanda olan cafe’de bir nefes alırken, akrabası olduğunu orada öğrendiği babasının kardeşinin elinden içkisini içecektir. Biraz nefeslendikten sonra geldiği yolu, geldiği otobüs ile dönmek için acele etmesi gerekliydi.
Köydeki babasının, babasının yaşadığı evinin önündeki tabutu olarak, o günlerde yaşadıkları ölünün yani babasının öldüğü eve doğru yola çıkmak zorundaydı. Sırtında tabut ile bu sefer aşağıya doğru koşar adım indi, hatta inerken uçurumdan düşme tehlikesi bile atlattı. Kendisini bekleyen otobüse binerek bin bir zorluk ile evine ulaşacaktır.
Babasının geride bıraktığı “beyaz kitab”ı, babasının el yazısının itinası içinde okudu. Beyaz kitap, yazan öldüğünde okunurdu, bu da bir gelenekti. Başlangıçta büyük harfler ile başlayan kitap, son yıllara gelince karınca duası gibi küçük harfler ile daha düzgün hal almaktadır. Zaman kitabın hızını ve sayfasının daha ekonomik kullanmayı zorunlu kılmaktadır. Sayfalar azalırken yazı gün geçtikçe küçülür ve karınca duası gibi büyüteçle okunacak hal alırdı.
Karl, Clara ile evlidir. Bir köyde yaşamaktalar, Almanya sınırına yakındır. Savaş rüzgarı sınırları zorlamaktadır. Karlı savaş rüzgarının etkisi ile askere alınmıştır ve evine yakın bir birliktedir. Clara’yı özlediğinde birliğinden nöbet sonunda kaçıp karısını görebilecek kadar uzaktadır. Kısa zaman sonra söylenti yayılır. İsviçre savaşa girecektir ve devasa güç Almanya İsviçre üzerinden Fransa’ya girecektir. Doğal olarak İsviçre birkaç saat bile direnecek ne gücü, ne de silah teknolojisine sahiptir. Korku ülke saffına kısa sürede yayılır. Köyde yaşayanların büyük bir bölümü Almanlardan korkmaktadır ve daha güvenli gördükleri ülke içlerine doğru kaçmıştır. Köyde Clara ve çocukları kalmıştır. Beklenen olmaz, savaş İsviçre sınırındadır ama İsviçre topraklarına sıcak etkisini yansıtmaz. Ülke kargaşa içindedir, sol gün be gün güçlenmektedir. Seçimler öncesi kurulan Emek Birliği beklenenden daha büyük başarı elde etmiştir, Karl’da seçilmek istemediği için sonlarda liste içinde yer almıştır. Seçim çalışması sırasında eğitimde reform üzerine konuşmalar yapmaktadır. Büyük alkış almaktadır her konuşmasında. Popüler olmuştur. Ev yaşamı içinde de solcu, komünist sanatçılar ile komun hayatı yaşamaktadır bir anlamda. Clara onlar ile ilgilenirken, Karl bir yandan da kitap tercüme yapmaktadır. Tercüme yanında bir okulda da öğretmendir.
Savaş bitmiştir, yeni hükümet kurulmuş, eskiden yasak olan komunistler Emek Partisi adı altında yasallaşmışlardır, şehir meclisinde hükümet koalisyonu içinde yer almıştır. Karl Sovyetlerden gelen çocuk kitaplarını okuldaki çocuklara dağıtmıştır, kimse kiril alfabesi bilmemektedir, bilmesinin de önemi yoktu, çünkü çocuklar resimlere bakarak resimlere yeniden yaratmasını istemiştir. Fakat, okul müdürü muhafazakardır ve Nazi iktidarı dönemde Nazileri selamlayan bir sağcıdır. Onun bu kitaplara tepkisi serttir ve okuldan uzaklaşmasını sağlar. İktidarda olan partisi ve çok samimi arkadaşı ve de yoldaşı duruma müdahil olmaz, çünkü devlet sisteminde bürokrasinin devamından tarafıdır. Söz verildiği gibi reform değil, var olanın devamı çıkarları gereğidir. Öğretmenliği sırasında vermesi gereken vergileri toptan vermek zorundadır ve çok sevdiği plakları şehrin zenginine borcu karşılığı satar.
O artık ne komünisttir ne de solcu. Tercümanlığını ilerletmiş, dil zenginliğini daha da büyütmüştür. Almanya içlerine doğru yolculuk yapar. Tercüme ettikleri yazarlar ile buluşur, oturduğu şehirde onlarla okuma günleri düzenler. Her yeri ağrımasına rağmen, ilaç alarak çok çalışır. Durmadan kitap tercüme eder, sağlığını hiçe alarak. Clara ile ilişkisi aynı açtı altında yaşamak dışında pek ilişkisi kalmış gibi değildir. Evde taşınanlar, yaşananlardan habersiz kendi dünyası içindedir.
Clara bir ara psikolojik sorunu ağır basar ve Bern’de bir kliniğe yatırılmak zorunda kalır. Baba ve oğul Clara’yı görmeye giderler. Evleri bakımsızdır, çünkü her şey ile ilgilenen Clara yoktur. İsviçre hükümeti gelmekte olan ekonomik krize karşı önlemler almaktadır, her karış toprak değerlendirilecek, İsviçre kendi kendine yeter bir ülke olması için planlar yürürlüğe konur. O sırada Clara gelir ve o geniş bahçelerini bakımsız halden çıkarır ve toprak ile bütünleşir.
Ağrılar gün geçtikçe artar. Günlerden bir gün, şair bir kadını davet eder, ona hayrandır. Okuma günü ağrılar yüzünden şehre inemez. Hayran olduğu ve içten içe çok akın hissettiği şair hanım okuma gününde okumasını bitirdiği zaman dilimi içinde Karl şehre son enerjisini toplayarak inmiş ve bu şair hanım ile buluşmuştur. Onu oteline bırakırken onun gerçek kimliğini öğrenir. Ergenliğe geçiş töreni sırasında bir rüya gibi yaşadığı bir anın çilli kızıdır. Yıllardır içten içe sevgi beslediği kadın.
Son nefesini eve vardıktan bir süre sonra verecektir. Son anına kitabı yazan şahitlik edecektir. Babasının yaptığı gibi, basının tabutunu almak için babasının memleketine gitmiştir. Fakat zaman değişmiştir, İsviçre, İsviçre değildir, turizm bu garip geleneği ortadan kaldırmıştır. Eli boş dönecektir. Eve vardığında Clara yani annesi babasının tüm kağıtlarını, kitaplarını toplamış çöpe atmıştır. Babasının “beyaz kitabı” yoktur. Babasının cenazesi sadece olmuş, daha sonra onun anılarını onu tanıyanlar bir birine anlatmıştır. Annesinin attığı bu beyaz kitabı bizim okuduğumuz kitaba oğlu tarafından yazılmıştır.
Kitap bir dönemi, bir oğlun gözünden değerlendirilmesine şahitlik etmektesiniz. İsviçre’den dünya savaşının yansıması ve 50’li yılarlın Avrupa’sına İsviçre’den bakma fırsatı sunmaktadır. Kitap oğlunun gözünden babasını ve iç dünyasına bakma fırsatı sunarken, farklı bir dil ile size farklı düşünmenin kapısını aralayacaktır.
Babamın Kitabı
Yazar:Urs Widmer
Çevirmen:Zehra Aksu Yılmazer
Sayfa Sayısı: 160
Dili: Türkçe
Yayınevi: Ayrıntı Yayınevi

Hiç yorum yok: