27 Mart 2008 Perşembe

Korkuyu yenmek!

Korkuyu yenmek!

İlk saat güneşin hareketiydi. Onu gölgesi izledi. İnsan gölgeye bakarak zamanı öğrendi. Dicle ve Nil ırmakları kenarında zamanın ölçüsü gelişti. Babilliler 360 günden oluşan bir yılı geliştirdi, her günü 12 saate bölen Mısırlılar oldu. Günümüzde kullandığımız saati ise, batı dünyası sanayi devrimi ile birlikte yaşamın ayrılmazı olarak kabul etti ve zaman yaşamsal bir unsur olarak algıladık.

Zaman hareket var olduğu sürece vardır. Ne kadar hızla yol alıyorsak zaman o kadar hızlıdır. Zaman bizim için olaylar belirlemeye başladı. Olayların ne kadar hızla ilerlediğine bağlı olmaya başladı. Mutlak olan zaman olarak algıladık zaman içinde ama mutlak olan zaman değildir, ışık hızıdır demiş Hawking. Fakat yerkürenin çekim gücü zamanı büker, olayların gelişimi de zamanı yavaşlatır ya da hızlandırabilir.

Ülkemizde zaman bir hızlı bir yavaş gidiyor, bir anda hava boşluğunun içinde yuvarlanır buluyoruz, yüreğimiz ağzımıza geliyor, sonra bir anda normal tarihin seyrinde kendimizi buluyoruz. Fakat bizim ülkemizde çok garip olaylar oluyor. Zamanın eğimi o kadar dalgalar oldu ki, bir anda denizin ortasında kalmış küçük bir kağıt parçası gibi olduk!

Zaman kavramı değişkendir, her coğrafik ortama göre değişirken yaşanan olayların etkisi de olduğunu biliyoruz, günümüz bilgisi ile. Afrika’da bir köyde ki zaman kavramı ile İstanbul’daki zaman kavramı arasında müthiş bir fark olduğunu düşünüyorum. Bundan o kadar eskiye gitmeyelim, bizler henüz çoğunluk olarak köylerde yaşarken zamanı nasıl belirliyorduk?

Zaman, yaşanan anı belirtmektedir. Ortam ve hareket birbirinden ayrılamaz bir bütün! Eğer ortam içinde hareket yok olursa zamanda yok olur. Zamanın olmadığı ortamlar oldu mu? Zaman kavramı insanlık tarihi içinde henüz çok yenidir. Babil’den yani Dicle kıyısından İstanbul boğazına bu ana kadar ne kadar zaman geçmiştir?

Bugün İstanbul boğazında balık avlayan bir balıkçının zaman dilimi, akşama tuttuğu balık ve sattığı balık ile orantılıdır. Eğer İstanbul boğazındaki su havasız kalmış olsaydı içinde balık olur muydu? Bugün yaşadığımız siyasi hava içinde bizlerin nefes almasını güçleştiren olgular fazlalaştığında, acaba kaçımız bu ortamda ayakta kalabiliriz. Korku nefes almayı güçleştirir, çünkü içinde bulunduğumuz su havasız kalmış, içinde yaşayanlar bizler teker teker ölüyoruz! Bu durumda korku duyulmaz mı?

Korkuyu yenmek için, hava alacağımız ve hareket edebileceğimiz bir ortamın yaratılmasıdır. İnsanlık tarihi işte bu hava almak için yapılan mücadeleler ile doldur. Daha demokratik, daha özgür bir ortam için yapılan kavgalar zinciri ile karşılaşırız. Bugün de korkuyu yenmek için elimizde olanaklar vardır. Bizim için zamanın başlaması için, öncelikle korkuyu yenmemiz gereklidir, kendi nefesimizi düzgün alacağımız ortamın yaratılmasından geçiyor.

Hiç yorum yok: