23 Mayıs 2008 Cuma

Dizilere bakarken…

Dizilere bakarken…

Ekran karşısına geçip de diziye bakmayan kalmamıştır. Bir film formatında çekilen ama hep sonu açık bırakılan ilişkiler yumağıdır. Diziler bugün ekrana seyirci çekmek için bulunmuş büyük bir yaratıcılıktır.

Diziler ekranların afyonu gibidir. Bağlar ve ekrana insanı çeker. Bir dizinin bir bölümünü kaçırmamak için acele eden insanları dahi gördüm. Dizilere göre randevu verenler, dizlere göre günlük sohbetlerini belirleyenler… Bu gelişmeler doğal mı?

Diziler ile günlük yaşama bakışta da bir değişim olduğunu düşünüyorum, neye nasıl tepki veremez halde olan kalabalıklar dizilerin ses dizimini günlük yaşamlarına katarak orada öğrenmiş oldukları konuşma ve mimikleri günlük sohbetlerine çok rahat aktarabiliyorlar. Her dizinin bir moda söylemi var, duruşu ve yürüyüşü var!

Dizide görülen bir süs eşyasının satışında patlama oluyor, bir aksesuar bir anda popüler olabilmektedir. Diziler demek ki popüler olmak zorunda ve ihtiyaç yaratmalı. Yani Pazar oluşturur. O yüzden dizilere sponsor olan firmalar ve gizli reklam önemlidir. Diziler o kadar işi ileriye götürdüler ki, çalışanlarına hiç nefes alacak zaman bırakmadan zorlayarak süreyi uzatmaya çalışıyorlar. Akşam kuşağı bir dizi ile başlıyor ve sona erebiliyor. Akşam kuşağı içinde artık haber programları yok, haber programları gece kuşağında var. Onlar da gece yarısı başlayıp, sabahın ilk saatlerine kadar sürmektedir.

Benim bu aralar takip ettiğim bir dizi var, parmaklıklar arkasında. Başlangıçta iyi olan senaryo zaman içinde amatörleşti ve kurgusu kötüleşmeye başladı, çünkü uzatıldıkça tekrarlar ile çalışanlar nefes almaya çalıştıklarını biliyorum. İşveren istiyor hem de süresini uzatarak. Oyuncular ve set çalışanları tuzla tersanesinde çalışan işçiler gibidirler. Neyse ki, kaynak yapmadıklarından olsa gerek birikmiş gazlar patlama yapmıyor. Fakat ben en kısa zamanda Bakırköy hastanesini ziyaret edecek çalışanlar bekliyorum, belki giden de olmuş olabilir! Setlerde henüz can kaybı ve ölümcül çatışmalar olmamıştır. Olmayacağı anlamına gelmez!

Adını andığım dizide bir erkek gardiyan var. O gardiyan sürekli tutuklulara işkence yapıyor, sıkıştırıyor. Ve bizler bu durumu normal karşılıyoruz. Gardiyan mesleğinin örgütlü olduğu herhangi bir dernek buna karşı hiçbir söz söylemdi. Bizi kötü gösteriyorsunuz gibi her hangi bir uyarı olmadı. Oldu da benim mi haberim olmadı. Amerikan polisiye dizilerinde işkence normalleşmiştir. Bizde de dizlerde normalleştiğini ve hatta örnek gösterildiğini görmekteyim. İşkenceye ve insan onurunu korumak için yapılan mücadeleler bu diziler sayesinde yerle bir edilmekte ve insanların kafasında dövmek ve işkence yapmak normalleştiriliyor.

Diziler yayınladıkları süre içinde etkilidirler, etkileri yayından kalktıkları andan itibaren silinir. Şimdi düşünelim geçmişte kaç dizi bağımlılık yaptı, bağımlılık yapan diziler ortadan kalktığında kaç kişi arıyor? Tekrarı yayınlandığında neden ilk yayınlandığı gibi etki göstermiyor? Çünkü sonu belli olan şey ilgi çekmez! Dizileri ilginç yapan beklentidir, izleyiciye ne kadar çok beklenti hissi yaratabilirsen dizi o kadar başarılı olur. İçerik önemli değildir, çekim ve senaryo hataları ortadan kalkar. Önemli olan beklentiyi hep ayakta tutmaktır.

Eskiden gazeteler roman tefrikası yayınlardı. Roman gazete yayınlandıktan sonra basılırdı. Roman satışını etkilerdi, çünkü gazetede özeti yayınlanır ve romana yöneltirdi okuyucuyu. Televizyon izleyiciyi neye / nereye yönlendiriyor?

Hiç yorum yok: