28 Mart 2011 Pazartesi

İki çarpı iki

İki çarpı iki
27 Mart “Dünya Tiyatrolar Günü” nedeniyle tiyatrocular ile birlikte günü kutlamak istedim. Muammer Karaca Tiyatrosunun yıkımına karşı bir etkinlik ile başladım, tiyatrolar gününe. Daha sonra Taksim meydanında yer alan Atatürk Kültür Merkezinin önünde eylem ile birlikte güne devam ettim. En son olarak, bugün (Tiyatrolar Günü) hiç tiyatroya gitmediğimi anımsadım ve İstanbul Devlet Tiyatrosunun Küçük Sahnesinde oynanan oyuna gittim. Oyunun ismi yoktu aklımda, kim yazmıştı, bilmiyordum, çünkü ne oynanırsa oynansın, tiyatrolar gününe uygun ve emeğe dayalı bir oyun izleyeceğimi biliyordum.
Küçük sahnenin kapsından girdim, meğer daha önce tiyatro için davetiye almak gerekiyormuş, kapıda öğrendim. Ama şanslıydım ve kapıdaki görevliden hemen bir davetiye aldım. Oyuna girmek için artık bir sorunum kalmamıştı. Oyun, öğlen sonu saat üçte başladı. Önce sahneye oyunun başrolünde oynayan Adnan Biricik, Ali Poyrazoğlu’nun kaleme aldığı güne uygun metni okudu. Tiyatro günü içinde, tiyatrocu sahnede yerini alıyordu. Tiyatrocuların bir bölümü meydanlarda tiyatrolarına / sahnelerine sahip çıkarken, bir bölümü de sahnede yerlerini almış ve sahneler bizimdir ve çalışma alanımızı terk etmeyeceğiz diyen grev işçileri gibiydiler. Sahne ve perde oyuncularındı, seyirci koltukları da bizimdi. Bir bütün olmuştuk. Seyircisiz tiyatro olmayacağı gibi, oyuncusuz sahne olmazdı. Gerçi tozlara bırakılmış bir sahnemiz var, uzun yıllardır o taksim meydanında sessizce çürümekte, o gün oyuncular dışarıda kurulan sahnede yerlerini almıştı. Gün güne uygun devam ediyordu.
“İki Çarpı İki” Behiç Ak’ın yazdığı bir oyundu. Oyun başladığında kimin oyunu olduğuna bile bakmamıştım, çünkü bugünü kendi içinde sürprizleri olan gün olmasını istiyordum ve daha önce hiçbir bilgi almadım. Almakta istemediğimden dolayı sıfır bilgi ile koltuğa oturdum. Sahne sade bir şekilde dekor edilmiştir. Işık ve ses efekti her rol değişiminde aynı şekilde yansıdığını kısa zamanda öğrenecektim. Deniz dalgası, rollerin değiştiğini anlatıyordu. İki koltuk ve bir bank. Ve iki oyuncu sahnedeydi. Oyuncular ilk adımda rollerini anlatıyor gibiydiler. Önce bir yabancı yazarın eseri mi diye düşündüm. Çünkü oyun konuşmaları bizim yerli yazarların konuşma metnine pek benzemiyordu. Akıl vermiyordu kısaca, olayı anlamak için oyunun içine davet ediyordu. Bizim yazarlarımız nedense hep mesaja önem vermiştir, mesaj önce olunca oyun bize özgü oluyor. Fakat son seyrettiğim ve okuduğum yerli bizim yazarların eserlerinde mesaj oyunun içinde dağıtılmış halde görmekteyim, tıpkı batılı yazarların yaptığı gibi… son yazılan oyunları ve sahnelenen oyunları daha başarılı görüyorum, elbette içlerinde kötü oyunlarda olacak. Ama Behiç Ak’ın bu çalışmasını çok başarılı buldum, kendisini karikatür dünyasından tanırdım, bu yönünü de geliştirdiğine oyunu izlerken şahitlik yapacaktım. Karikatür dünyası genelde sahneye oyuncu vermiştir, yazarı yok gibidir diye biliyorum, elbette yanılmışta olabilirim.
İki oyuncu sahnedeydi, dört karakteri canlandırıyorlardı. Sema-Ahmet, Mahmut-Elvan. Her an, bir karakterden diğerine geçiyorlardı ve mimikleri ve ses tonları ile hangi karakteri oynadıklarını izleyiciye sunuyorlardı. İki insan, evliydiler. İki aile vardı sahnede. Yıllardır birlikte yaşıyorlar ve birbirlerini oldukları gibi kabul etmişlerdir, roller bellidir ve o rolleri yaşarlar aile içinde. Değiştirmek amaçları yok. Birlikte yaşamak bir alışkanlık halini almıştır. Alışkanlıkları, yıllar öncesi arkadaşı ile karşılaşması ile dalgalanacaktır. Yıllar sonra karşılaşma yemek daveti ile sonlanacaktır ve yemek yaşamlarını bir süreliğine de olsa değiştirecektir. Yıllar önce gençlik eylemleri sırasında birlikte gözaltına alınmış ve işkenceden geçmiş iki arkadaş, biri dominant diğeri pasif konumdadır. Biri itirafçı konumdadır ve diğeri direnmiştir. Ve dışarıya çıktıklarında bir daha bir birlerini hiç görmemişlerdir. Tesadüf bu ki, o gençlik heyecanı ve düşüncelerinin yerini yeni yaşam koşulları almıştır. Zengin olmuştur biri, öteki ise sessizliği ve itiraz etmeden yaşamayı seçmiştir. İki arkadaş, bir akşam yemekte buluşurlar. Eşler birbirini ilk defa o gün görürler ama ilk dalgalanma o an olmuştur. Evlilik yaşamında dominant olanlar bir birine karşı ilgi duyarken, pasif olanlarda aynı derecede bir biri ile ilgilenmektedir. Eşler, sanki eşlerini değiştiriyor gibidir. Oyun ilerledikçe “gibi” kavramı kalkıyor ve değiştiriyorlar eşlerini bir anlık için. İki tarafın birbirine yaklaştıracak o kadar ortak yönleri vardır ki, o hep özlem olarak içlerindedir ve bu buluşma özlemlerini içlerinden çıkarmıştır. Birlikte olurlar ama vicdanların bu birlikteliğe karşı isyanı vardır. Olamaz, toplum normlarının verdiği ahlak ve vicdan, bu ilişkiye isyan eder. Ama bu isyana rağmen evlerini terk eder eşler ama bir süre sonra olmaz derler ve geri dönerler eski yaşamlarına. Bir dalgalanma sakinleşme ile sonlanır. Başlangıç noktasına dönerler.
Dört karakter, dört oyuncu yoktur sahnede, ama sanki dört oyuncu varmış gibi bir tiyatro şöleni ile karşı karşıyasınız. Oyuncular (Seray Gözler Yeniay, Adnan Biricik) müthiş performans gösteriyorlar, hangi karakteri canlandırıyorlarsa aynı anda ve bir anda geçiş yapabiliyorlar ve hiçbir şekilde karıştırmıyorlar. Mimikler, sesleri ve davranışları ile iki karakteri aynı anda canlandırmak sanırım oyunculuk açısından çok zor ama bunu sanki doğal bir şey yapar gibi yapıyorlar, o kadar içselleştirmişler ki oyunu, oyun içinde yaşıyorlar.
Ses ve ışık ve sahne uyarlaması çok başarılı bir oyunu tiyatro günü nedeniyle izledim. Emeği geçen tüm emekçilere teşekkür ediyorum, bana bu güzel ve anlamı günde bu duyguları yaşattıkları için…
İsmail Cem Özkan
İki Çarpı İki
Yazan: Behiç Ak
Yöneten: Serpil Tamur
Dekor Tasarım: Şirin Dağtekin Yenen
Giysi Tasarım: Şirin Dağtekin Yenen
Işık Tasarım: Önder Arık
Yönetmen Yardımcısı: Melek Gökçer
Sahne Amiri: Mahsuni Yılmaz
Kondüvit: Emre Akgül
Işık Kumanda: Kaan Eman
Rol Dağılımı:
Seray Gözler Yeniay, Adnan Biricik

Hiç yorum yok: