16 Nisan 2008 Çarşamba

Pirince giderken, evdeki bulgurdan olduk!

Pirince giderken, evdeki bulgurdan olduk!

Yıllar öncesi Beslenme bölümünde öğrenciydim. Bölüm başkanım Ayşe Baysal idealist bir yurtsever olarak öğrendiği bilgileri öğrencilerine aktarmak ile uğraşıyordu. O hep kötü durumdaki ülkelere bakarak durumuzu iyi olduğunu söylerdi. Bende tersi bakardım, gelişmiş ülkelere göre durumumuzun vahim olduğunu belirtirdim. Çünkü yaşam içinde daha kötü koşullarda yaşayan her zaman bulunur.

Bölüm başkanım öğrencilik yıllarımda mercimeğe takmıştı. Mercimek protein deposuydu. O yıllar içinde Toprak Mahsulleri Ofisi depoları mercimek ile doluydu ve onun tüketilmesi gerekliydi. Topluma mercimeği anlatacak en iyi isim, bu dalda eğitim yapmış, idealist biri gerekliydi, o da aranmasına fazla gerek olmadan Hacettepe Üniversitesi içinde bulunan Beslenme ve Diyetetik bölümü o zamanki başkanı Ayşe Baysal tercih edilmişti. Tercihin doğru yapıldığı reklamların etkisi ile gösterdi. Depolar boşaldı, mercimeğin tatlısından tutun, dondurmasına, yemeğine kadar her türlüsünü toplum günlük yemek alışkanlıklarına aldı, fakat bu alışkanlık depolarda ki ürün bitince kısa sürede terk edilme ile sonuçlandı. Çünkü o zamanlardaki kadar çevremde mercimek yiyen görmüyorum. En azından dondurması yok!

Ayşe Baysal’ı yıllar sonra yine ekranlarda, başka bir reklamda gördüm. Bu sefer özel bir yağ firmasının reklamını yapıyor. Çok fazla konuşmuyor, sadece anacan ve anlayışlı sesi ile onaylıyor gözüküyor. Reklam sade ve anlaşılır kılınmış. Bölüm başkanımı orada görünce düşünmeden edemedim, çünkü değişim rüzgarları onu da yakalamış.

İsviçre’de bir merkez var, Dünya Ticaret Merkezi. Bu merkez gümrüklerden hangi malın ne kadarının geçeceğine karar verir. Dünyadaki ticareti yönlendirir. Her uluslar arası kurumlarda olduğu gibi bu merkezde de istisnai durumlar olur. Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında dünyadaki malın hareketini kontrol eder. Bu şu anlama gelir; bir ülke ne kadar neyi üreteceği ve ne kadarını yurtdışına çıkaracağı bu merkez tarafından global olarak tespit edilir ve ona göre topraklar ve malların üretimi paylaştırılır. Tüketici olanlar bellidir, önemli olan üretimdir.

Bu merkez aynı zamanda tarımı da kontrol eder, çünkü tarım ürünleri de mal statüsündedir. Yani sanayi malları gibi alınıp satılan bir ticaret malıdır, farkı yoktur diğer ticari mallar arasında. Geçen Amerikan seçimlerinde Bush istisnai durumdan yararlanmış ve ülkesindeki tarım yapanları sübvanse etmiş ve dışarıya çok ucuza pamuk satmıştır, bu sayede tarım bölgesi eyaletlerden yüksek oy almıştır. Bu sübvanse ediliş elbette birilerinin zararına olmuştur. Amerikan seçim yapıldığı yıl, Afrika ülkelerinde depolarda çürümeye yüz tutmuş pamuktan ve tarlalarda çürüyen pamuktan söz etmeye gerek var mı?

Dünya çapında pirince karşı talep artmış gözüküyor, çünkü pirinç üreten ülkelerde bir sorun var. O sorunu tartışmak bu sayfaları aşar ve yazıyı bildiğiniz gibi okuyan olmaz. O yüzden sadece sorun var diyeyim. Peki, sorunun kaynağında tarımın planlanması ve üretimin sınırlanmasını yapan Ticaret örgütünün elini görebilir miyiz? Amerika yeniden bir seçim sürecine girdi, orada ki seçmenin cebine girecek paranın önemini hissedebiliyor musunuz? Dünyada satılan pirincin kaçta kaçı marka olarak Amerikan kökenlidir?

Giriş yazımın başına döneyim, eski bölüm başkanım reklamlarda gördüm, en azından sağlığı yerinde olduğu için sevindim. Değişim insanları kucaklaması kadar doğal bir şey yoktur. Günümüzde her şey alınıp satılır hale geldi, acaba diye düşünmekteyim, emekçilerin ücretlerini de belirliyor mu bu ticaret örgütü?

Hiç yorum yok: