20 Ocak 2008 Pazar

Bizi bekleyen felaketler…

Bizi bekleyen felaketler…
Anadolu tarihi içinde toplumların göçmen olmadıkları aksine yerleşik hayat yaşadıklarını yapılan arkeolojik çalışmalardan öğreniyoruz. Arkeoloji bize geçmişin kapılarını açarken, birçok soruyu da yanında getirir, çünkü tarih yazıcıları bu bulunan yeni veriler ışığında tarihi yeniden yazmak zorunda kalırlar.

Ülkemizin toprakları üzerinde binlerce kez sınırlar çizilmiş ve silinmiştir. Sınırlar şehir devletleri biçiminde olduğu gibi büyük imparatorluklar şeklinde de olmuştur. Frigyalılar, Hititliler, Urartulular, İyonlılar... diyerek uzanır giderler. Bu devletlerin sınırları savaşlar ile silindiği gibi, doğal felaketlerin yol açtığı toplumsal olaylar sonucu da yok olmuştur. Anadolu iklimi değişimi incelendiğinde bir zamanlar göller ve ırmakların oluşturmuş olduğu cennet gibi doğa parçası, zaman içinde yerkürenin ısınması sonucu çölleşmiş ve şehirler eskisi gibi küçük olan su yatakları yanına değil, daha büyük yatakların yanına kurulur olmuş. Anadolu insanı göçebe değildi, yerleşik oldukları içinde birbirinden zengin yerleşim alanları olduğu ve o alanlarda bugünkü nüfus dağılıma göre daha fazla insanlardan oluşan köylerin olduğu arkeologlar tarafından tahmin edilmektedir.

Anadolu tarihi içinde çok sık değişen sınırlar büyük kültürlerin oluşmasına engel değildir, hatta sınırların değişimi, kültürlerin birbiri ile kaynaşmasına ve yeni sentez kültürlerin oluşmasına da katkı sunmuştur. Bunların en güzel örneği Hititlilerdir. Onların kuruluş aşamasındaki tanrı sayısı ile dağılma sürecindeki tanrı sayılarına bakarsak, ne kadar kültür ile kaynaştığını ve kendisine özgü kütlüleri içinde yeni katılanları harmanladığını görebiliriz. Hititliler bin tanrılı toplum olarak anılıyorlardı. Çünkü her aldıkları topraklar üzerindeki tanrıları kendi tanrıları olarak görüp, kendi tanrıları kadar hürmet etmişlerdir. Kendi tanrılarını yeni hükmettikleri topraklar üzerine dayatmamışlar, aksine onların tanrılarını kendi tanrıları gibi görmüşlerdir. Bugünkü tek tanrılı dinlerin dışında, mantık yapısı çok değişiktir. Asimilasyon yoktur, uyum vardır. Devletin dini olmasına rağmen, onların tanrıların çoğalması ya da azalması o topluluk içinde bir sorun yaratmamıştır. O devletlerin zayıflayıp yok olma süreçleri incelendiğinde doğal olayların etkisi ve kıtlığın ne kadar belirleyici olduğunu daha iyi anlarız.

Ülkemiz son yıllarda global ısınma sonucu büyük bir değişim yaşamaktadır. Su kaynakları daha da yetersiz konuma gelmiştir. Kıt kaynakların realist kullanımı henüz gerçekleşmiş değildir. Alt yapı sorunu olduğu gibi kendisini korumaktadır. Ankara geçen yaz döneminde patlayan borular ile kendisini göstermiştir. Depremler gibi nedenlerden dolayı borular patlamamış, verilen tazyikli su nedeniyle borular bakımsızlıktan dolayı patlamıştır. Kısaca insan bedenindeki anevrizma durumunu yeraltındaki borularda da gördük. Ülkemizi bekleyen en büyük sorun sudur. Şehirlerimizin yeniden yapılanmasını belirleyecek kadar acildir. Çünkü bugünkü şehirleşme modeli ile kıt olan suyun kullanımda sorun hep var olacaktır.

Şehirleri biçimlendiren sanayi, doğal afetler karşısında ne kadar dayanacaktır? Ülkemizde bir an önce sanayi ve su kullanımı dikkate alınarak merkezi olarak yeniden planlanmalıdır. Şehirleşme tek bir yere değil, tüm Anadolu toprakları üzerinde yatay olarak dağıtılması için sanayi Marmara bölgesinden çıkarılmalıdır. Onun içinde Anadolu içine doğru yapılacak ulaşım sorunu çözülmelidir. En ucuz ulaşım ise su yolu ile olandır, bu sayede hem şehirlere Avrupa’da ki gibi su yolu, yani kanallar ile ulaşmak mümkün olacak, hem de demir yolu sanayi yükünü taşıma amacıya yeniden gözden geçirilip, sanayi ulaşması istenen bölgelere demir ağlar örülmelidir. Demiryolu ve kanallar birbirini destekleyen bir biçimde planlanmalıdır. Kayseri’de liman olması hayal değil, gerçek olmalıdır. Irmaklar sadece baraj amacıyla kullanılmamalı, taşıma amacıyla da düşünülmelidir.

Çevreye duyarlı kuruluşların tepkisini bu yazdıklarım çekecektir, fakat bu ülkenin geçmişi bize yeteri kadar veriler vermektedir. Eğer sanayi yatay olarak ülke topraklarına eşit dağılmazsa zaten kıt olan su kaynaklarını da yeterli kullanamayacağımız gibi, yer altı su kaynaklarını da kirleterek ve Konya ovasında olduğu gibi boşaltarak yok edeceğiz.

Almanya sanayi devrimini yaparken doğayı yok etmiştir. Şimdi yok olan doğayı yeniden canlandırmaya çalışmaktadır. Fakat biz yok ettiğimizi canlandıracak kadar şanslı olmayabiliriz. Çünkü biz hızlı bir şekilde tüketiyoruz ve kirletiyoruz. Bu hızlı tüketime doğadaki değişimlerin etkisi de büyüktür.

Toplumsal olayları tetikleyen en önemli unsurların başında doğadaki değişimlerin olduğunu unutmayalım. Dış güçler ya da iç düşmanlarımız bizi yok etmeyecektir belki, fakat bizi göçe zorlayacak değişim geçen yaz içinde çok yakından hissettik, zaman içinde bu hissettiklerimiz gerçekliğimiz olabilir. Su sorunu geçici aktarma yollarla çözülmez.

Edirne bu sene sular altında kaldı, peki ne oldu o sulara? Denize boşaltacak kadar su kaynağı açından zengin bir ülke olduğumuzu düşünmüyorum. Şehirleri basan selleri iyi bir şekilde organize etmenin yolları olmalıdır, şehir planlamacıları bunu düşünmek zorundadır. Az bir yağmur ile şehirler neden sel ile karşı karşıya kalır? Cevabı basittir, çünkü suyun gidecek yani toprağa ulaşacağı alan kıttır. O yüzden şehir altında olan yer altı suları çekilmemelidir, fakat ne yazık ki büyük şehirlerde araba yılama gibi nedenlerle sular çekilmekte ve çekilen yerler boşalmaktadır. Benim şahsi korkum Konya ovasında yaşanan çökmelerin bir benzerinin şehirlerde olmasıdır. Bu gerçekliğimiz nedense gündeme pek gelmez.

23.12.2007

Hiç yorum yok: