20 Ocak 2008 Pazar

Kendi fotoğrafımızı çekebiliyor muyuz?

Hazineden geçinen mevki sahiplerinin çocuklarının kaçta kaçı yurtdışında okumaktalar? Eğer okuyan öğrenci sayısı fazla ise o ülke için de yapılan yorumlarda “yolsuzluk kanseri” kavramı kullanılıyordur. Daha açık söylenirse, “ulusal zenginliğin kurumsal olarak yağmalanmasıdır” diye tanımalanbilinir.

Yolsuzluklarla ilgilenenlerin bakması gereken yerler, hazineden geçinen mevki sahiplerinin çocuklarının neler yaptığıdır ve nerde durduklarıdır. Hazineden geçinenler sadece siviller olarak algılamayın, eski bir orgeneral ceza aldığını unutmayalım.

Evrenimiz üzerinde devletlerin içine düştükleri zorluklara ve onları aşmak için buldukları çözüme bakınca, bizim daha çok yol katletmemiz gerektiğini hemen soğuk ayazın yüze çarpması gibi yakıyor tenimizi. Bizlerde unutulan kıtanın siyah evlatları gibi olduk. Tenimiz hala beyaz gibi durmasına rağmen, unutulanlar arasında, yani onlar için verimli olmayan insanlar konuma düştük!

***

İnsan umudunu yitirince yıkılır ve “ya savaşırım ya da bu dünyadan giderim” der. Günlük yaşantımız içinde buna benzer duyguları olan insan sayısı artıyor mu acaba? Geçmişe göre daha mı güvensiz olduk? Toplu yerlere giderken, acaba diyerek ve korkarak mı yaklaşır olduk? Terörü ortadan kaldıracağını iddia ederek iktidarı eline alanlar, şimdi acaba hala nü resim çiziyorlar mı?

Nü resimlere bile tahammülü olamayanlar, sergi salonlarına bıçak ile girer olmuşlar. İnsandan sonra resimleri bile bıçaklayan bir zihniyet yaşamın her alanında görülmeye başladı.

***

Türkiye’nin bir ucudur Ceyhan kasabası. Oranın esnafı orada bulunan askeri birlikten geçinir. Son dönemde acaba demekteyim, oranın esnafı ne durumdadır? Olayların artması sonucu kışlasına kapananlara karşı duyguları nedir, olayların artmasına neden olarak gördükleri kişilere karşı duyguları nedir?

Benim tahminim, kışlada duranlardan çok, kışla içine girmelerine sebep verenlere karşı duyguları daha düşmancadır.

***

İyimserlik; gökyüzünün bazen gri, bazen maviye çaldığı coğrafya içinde kendisini koruyabiliyor mu, yoksa karamsarlık bulutları altında yok olmaya doğru mu gidiyoruz? Dünyanın başka yerlerinde mutlu yaşayanların fotoğrafları her gün gazetelerin sayfalarına düşerken, kendi içinde bulunduğumuz durumun fotoğrafına ne kadarına bakabiliyoruz?

Bizler kendi fotoğrafımızı çekebiliyor muyuz?

***

Kendisini aldatılmış hissedenlerin oranı gün be gün artmaktadır, buna neden olan olaylar acaba kişisel midir, toplumsal mıdır? Nedir bu aldatılmış hisleri ve beklentilerin aşağıya düşmesi? Günlük yaşamın koşturmacısı içinde acaba beklentilerimizi düşünebiliyor muyuz, gerçekten bizler çocuk yaşlarda ne gibi beklentilerimiz vardı? Kaçını gerçekleştirebildik?

Meslek seçimini bile tesadüflere ve kazanacağımız sınavın sonucuna göre belirler olduk. Sınav sonuçları yönünde okulu bitirenler acaba mutlu mudur?

***

Yazımı bugün okuduğum bir fıkra ile bitireyim.

Çiftlikteki danalardan biri üzgün ve bezgin bir durumda, otların üzerine serilmiş, kara kara düşünmekteymiş.Bu dananın arkadaşı olan dana onun yanına gelip çökmüş ve burnuyla arkadaşını dürtüp sormuş:
- Nedir bu halin?.. Hasta mısın, başına kötü bir şey mi geldi?
Üzgün ve bezgin dana, durumunun nedenini arkadaşı danaya anlatmaya başlamış:
- Bu insanlar bizi neden besliyorlarmış biliyor musun? Belirli kiloya ve yaşa gelince bizi keseceklermiş. Derimizi yüzeceklermiş. Kaburgalarımızdan pirzola, butlarımızdan bonfile yapacaklarmış. Beynimizi ve yüreğimizi bile çıkartıp, yiyeceklermiş.
Bunları dinleyen dana gülmüş, arkadaşı dananın başını yalamış,

- Sen ruh hastası olmuşsun. Kendini komplo teorilerine böyle kaptırırsan, aklını iyice yitirirsin, demiş.

* * *

Karamsar yazı oldu sanırım, havanın karanlık geçmesine verin! İyimserlik tohumlarının yeryüzünü yeniden rengarenk olarak kuşatmasını diliyorum.

9.1.2008

Hiç yorum yok: