20 Ocak 2008 Pazar

Dink’i bir yıl sonra da unutmadık.

İstanbul, 19 Ocak günü kışın takvimdeki yapraklarına inat güneş gökyüzündeydi. Yeryüzü güneşin etkisi ile ısınırken, ayaz havada kendisini hissettiriyordu. Taksim meydanına giden yoldaydım, istiklal caddesi üzerinde. Oraya büyük kaldırımlar caddesinin nefes kesen yokuşundan gelmiştim, Karaköy’den.

Kan lekesi silinmez. Düştüğü yerde isyan edercesine durur. Bir Ermeni aydını Hrant Dink vücudu yeryüzünde yatarken, düşünceleri ve yazdıkları evrenin sonsuzluğunda yerini alıyordu.

Ötekine duyulan öfke kurşun olmuş, vurmuştu yaralı güvercini. Yaralı güvercin Agos gazetesi önünde duruyordu, yeryüzü kan ile kaplanmıştı, uzaktan sari gelin ezgileri duyuluyordu. Üzeri küller ile örtülen ateş, yeniden yeryüzüne doğru alevini yaymıştı. Yeryüzü alevdi, sessizlik içindeydi her şey. 14:58 saatlerin durduğu andı. Alev sessizliği yok etti ve bir aydın insan sonsuzluğa yolculanıyordu. Dostları onu bir yıl sonra sessizliğin yok olduğu saate anıyordu, sessizlik içinde. Onu yolculuğa uğurlayan ezgi ile.

İstanbul kış gününü yaşıyordu, yeryüzü siyah ile kaplıydı. Kar yoktu, güneş gökyüzündeydi, fakat yeryüzü siyah olmuştu. Dostları onu anmaya gelirken siyah kıyafetler içinde, siyah beyaz yazılar içinde duygularını yansıtıyorlardı. Yasın rengi siyahtır. Yeryüzü siyahtı.

Siyahın hakim olduğu alana yürüyerek gittim. Taksim meydanından Şişli yönüne doğru yöneldiğimde birçok tanıdık yüz gördüm. Bütün yüzler Hrant olmuştu. Göğüslere takılan resim yüzlerdeki ifade aynı gibi geldi. Meydana vardığımda her bir katılımcı Hrant Dink olduğunu gördüm. Hepimiz Hrant’ız derken gerçekti. Yolda her karşılaştığım dostumun adı Hrant olmuştu. Yolda yürüyerek gittim, geçen senekinden daha kalabalık olmalıydık, çünkü bir yıl sonra öldürenler anlamalıydı, öldürmek çözüm değildir. Bir ölür bin geliriz!

Tarihin karanlık sayfalarında kanların isyanı sürmektedir, çünkü katilleri (gerçek) henüz yakalanmamıştır. Tetiği çeken değil, tetiği çektiren suçludur asıl olarak! Tetiği çekende kurbandır aslında. Kurbanların özgürce dolaştığı bir ülke konuma geliyoruz, çünkü faili meçhul cinayetlerin henüz ortada durmaktadır. Cinayetler hala işlenmeye devam ediyorsa, hiç birimiz güvende değiliz, çünkü nerede ve ne için geldiği belli olmayan bir kurşun havada özgürce hareket etmeye devam ediyor.

Irkçılık kan ile beslenir. Irkçılığın yükselmesi için katil kurbanlar bulunur ve kanlar ile ırkçılık beslenilir. Bir süre sonra ırkçılık normalleşir. Çünkü toplum ırkçı olur, tıpkı 1933 yılında Almanya’da olduğu gibi. Farklı düşünen ve farklı kültürden gelen öteki olur ve yok edilmesi gereken bir hedeftir. Hedefin insan olduğu unutulur. Bir madde olarak düşünüldüğü için, duygusu olduğu unutulur. Fırına giden bir ağaçtır, mezbahaneye giden bir koyundur ırkçının gözünde. Öldürmek sıradandır. Bir şeyi yeryüzünden temizleyerek temiz toplum gerçekleşebileceğine inanır. Irkçılar kan ile beslenir. Öteki ise değersizdir.

Halaskargazi caddesi üzerinde saygı duruşundan sonra yeniden binlerce Hrant ile birlikte Taksim yönüne doğru yürüdüm. Hrant’ı bir değer olarak gören ve ona sahip çıkan binlerce insanla birlikte aynı duyguları yaşadım. Irkçılara inat farklılıklara rağmen bir arada yaşamı savunan binlerce insanla taksim meydanına doğru yürüdüm.

Gökyüzünde güneş etkisini kaybetmişti, yeryüzünü ayaz dondurucu etkisini iliklerime kadar hissettirmişti. İçimdeki yaralı güvercin bir yıl sonrada oradaydı. Taksim meydanı bir Türkiye gerçeği ile duruyordu. Oradan İstiklal Caddesine kalabalığın arasına kendimi bırakmıştım. Karanlık yeryüzünü kuşattığında kalabalık arasında yalnız olmadığımı hissettim. Unutturulmak istenenler unutulmuyordu. Dink’i bir yıl sonra da unutmadığımızı yaşayarak gördüm.

19.1.2008

Hiç yorum yok: