12 Ocak 2008 Cumartesi

Tarihçiler dünyaya nasıl bakarlar?

Tarihçiler dünyaya nasıl bakarlar?

Romalılar, Roma devleti olduğu zamanlarda esirleri ve suçluların kanlarını ‘değersiz’ olarak görüyorlardı. Bu bakış açısının hala devam ettiğini son günlerde daha çıplak olarak yüzümüze vuruyor. Öldürülen kişiler kendinden olmadığı sürece gündeme gelmiyor, fakat canı acıyan taraf oldun mu yer ve gökyüzü öfke ile dolup öç almak için alanlar dolduruluyor.

Yakın tarihimiz büyük katliamlar ve soykırımlar ile doludur. Tarih sayfalarından kanlar akmaya devam ediyor. Günümüz yazan tarihçilerde kalemlerini kan ile doldurmaya devam ediyorlar. Tarih hep kan ile mi yazılmalıdır? Barışın ve hoşgörünün tarihi yok mu?

Ölüm döşeğinde bulunan biri ile nasıl konuşurdunuz? Geçmişinden mi konuşurdunuz, gelecekten mi? Ölen kişi geçmişinden konuşmak istemediğinde ne yapacaksınız? Çünkü en kısa zaman onun ölüm anı olacağını bile bile gelecek konuşabilir misiniz? Geçmiş ile ilgili soru soramayacağınız yüzünüze tokat gibi yapıştıran sözler karşısında tavrınız hemen şimdiki zaman ile ilgili konuşmak elinizde kalıyor. Şimdi düşünelim, şimdiki zaman ile ilgili soru sorabilir misiniz?

Bu durum ile ben karşı karşıya kalmıştım, bir arkadaşım kanser hastası olduğunu ve hiç ümidin kalmadığını bildiğim zaman diliminde ziyaretine gitmiştim. Geçmiş ortaktı, fakat geçmişin acısı yüzünden kanser olmuştu. Konuşamazdım, çünkü geçmişi düşündüğü an öfkeye kapılıyordu. O an ne yapacağını bilemeden oturdum ve o anlık bir ayırıma varmıştım. Yaşamımızda şimdiki zaman ile ilgili sorular soramıyorduk, yoktu. Gerçekten benim açımdan yoktu. Şimdiki zaman için ne sorabilecektim? Şimdiki zaman sadece var oluştur. Sorusu olmayan bir dost nasıl olurda acısından yatağında kıvranan dostuna yardım edebilirdi? Dostumun acılı yüzünde yanında olduğum için bir memnunluk vardı. Sessizlikti şimdiki zaman.

Tarih hep ölümlerin ve acıların tutanağı gibidir. Barış içinde huzurlu yaşamı öğreten bir öğreti bile kan ile bastırılmış yok edilmiştir. Son dönemlerde yeniden gündeme gelmektedir, çağın hastalığı ‘panik atak’ karşısında meditasyon ile yeniden canlanan bir öğreti. Budist öğretisi yeni biçimi ile çağdaş dünya ile kucaklaşmaktadır. Buda olarak tanınan ‘Siddhatha Gautama, İ.Ö. 500’de Himalayalar’ın eteklerinde hüküm süren bir kralın oğlu olarak doğmuştur.’ 29 yaşına gelince çevresindeki olaylardan kaçmak istemiş ve o ünlü öğretisini oluşturmak için yollara düşmüştür. İnsanoğlunun manevi acılarının çoğu kez nasıl ve neden kendi elleri ile yarattığını anlamak için meditasyona dalmıştır, Ganj Ovasında. Bunun sonucunda kendi deneylerinden elde ettiği sonuçlarla ‘yüce gerçeğe’ ulaşmış.

Dünya maddi ve manevi acılarla doludur. İnsan arzularına fazla bağlanması yüzünden acı çeker. Acılardan kurtulmak için arzularına bağlılığı ortadan kaldırmaktan geçer demiş. “Ne düşünüyorsak oyuz.”

Bugün beşinci büyük bir inanç olarak Asya kıtasında yaşamaktadır, yenidünya ve eski kıtada da gelişmeye devam etmektedir. Budizm bir din değildir, çünkü onda tanrı yoktur, bu durumda insanları otoriteyi sorgulamaya teşvik eder. Son olarak uzak Asya’da Budist rahiplerin direnişi daha iyi anlaşılabilinir sanırım.

Vietnam savaşı sonrası ve savaş sırasında da Hollywood yapımlarında yenilen Amerikan askerlerinden kahramanlar çıkarmıştır. Bütün kahramanlar savaş suçlusudur aslında, kimse onları savaş suçlusu oldukları için sorgulamadı, sadece beyaz perdeye yansıyan kahramanlara bakıldı, onlardan esinlenerek şimdiki çocukların kahramanı örümcek adam çıkmıştır. Kahraman olmak için dışarıdan bir dürtü ile elde edilen güç sayesinde olunuyor. Bugün Irak direnişi ile ilgili filimler üretildiğinde gelecekte nasıl bir ekran ile karşılaşacağımızı düşünebiliyor muyuz? Sınırları aşan askerler ve onların kahramanlıkları. Tıpkı Roma İmparatorluğu zamanında olduğu gibi sıradan bir Romalının baktığı gibi algılayacağız. Ölenlerin insanları değersizdir, yeter ki bizden olmasın! Bizden olurlarsa kahraman olarak düşüneceğiz. Tarih yazıcıları kalemlerini hep kan ile dolduruyorlar?
2.12.2007

Hiç yorum yok: