10 Ocak 2008 Perşembe

Yokluktan bugüne!

Yokluktan bugüne!

Cumhuriyetin ilk yılları biliyoruz ki yokluk yıllarıdır. Savaştan çıkmış bir kuşak ve onların çocukları savaş yorgunudur. Ülke topraklarının büyük bir kesimi kaybedilmiş, kalan parça ile de devlet kurma girişimi başarılı bir şekilde sonuçlanmıştır. Elbette burada ki başarı kelimesi görecelidir. Çünkü vatanın büyük bir bölümü gidince elde kalana başarılı denir mi? Misak-ı Milli kararları bugünkü sınırları çizer ve yenilgiyi baştan kabul ediştir. Osmanlı kaybettiği her hangi bir toprakta hak iddia etme hakkını peşinen vermiştir. (biliyoruz ki bu kararlar son Osmanlı Meclisi 28 Ocak 1920 yılında İstanbul’da almıştır.)

Bugünkü sınırlarımız 1938 yılında netliğe kavuşmuş, fakat 1974 yılı ile hiç düşünülmeyen bir toprak denetimiz altına girmiştir. Gözden çıkardığımız ülke parçası 74 harekatı ile bizde kalmış ama sorun yumağı olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü biz o yeri gerçekten isteyip istemediğimizi dahi net olarak kendi kendimize seslendiremiyoruz. Akan suyun akıntısına bırakmışız ve dış politikada müdahil değiliz! Eğer Osmanlı’dan bize kalan yenilgiyi içimize sindirmemiş olsaydık, bugünkü dış politikamız daha farklı olurdu!

Cumhuriyeti atalarımız kurdu. Yenilgiyi zafere dönderdik! Cumhuriyet rejimi geçmiş ile olan bağlantılarımızda kopardı bir anlamda. Geçmişin getirmiş olduğu hiçbir yükü kabul etmeyecek bir nesil yetiştirdi. Fakat biliyoruz ki, cumhuriyet Osmanlı döneminden kalan borçları ödemiştir. Aslında bir yandan ret ediyoruz, öteki taraftan kabul ediyoruz. Kabul ediyoruz dışa karşı, ret ediyoruz içe yönelik! Osmanlıdan kalan sanat müziği bile bir dönem yasaklılar arasındaydı. Her şey yeniden yaratılmalıydı ve batıya uygun şekilde yapılanmalıydı. O günkü imkanlar ile doğuda batı ülkesi yaratıldı. Ülke üstten alta doğru örgütlenirken, alt ne olduğunun farkında dahi değildi. Fikret Otyam bir gezisinde karşılaştığı doğulu bir köylü ona padişahın sıhhatini soruyordu, ki iktidarda Demokrat Parti vardı! Halkımız üstten gelen değişimi zaman içinde kavrıyordu, kavramak istenmeyenleri ise kötek değiştiriyordu! Mahkemeler uyum sağlayamayanlara verdiği kararlar ile arşivlerini dolduruyordu. Bugünden o günkü davalara bakılsa ne gibi ilginç sonuçlar ile karşılaşılır.

Bugün cumhuriyetimiz yeni bir seçim ile yoluna devam edecektir. Üstten alta doğru yapılan değişimler sonlanmış, tersine bir dönüşü 12 Eylül darbesinden beri yaşamaktayız. Bu dönüşüm içinde yaratılan korkular tek tek iktidara taşınmakta, yeni cepheleşme yaratılmaktadır.

Bizler iç dinamiklere karşı yaptığımız propagandadan vazgeçemedik. Dışarıya farklı söyleyen, başka bir resim çizen rejimimiz, içe yönelik çok daha başka bir yüz ile bakmaktadır. Kendi halkını geçmişten koparan rejim, bugün dünyadan da halkını koparmaktadır. Seçim meydanlarda dünyadaki gelişmeler konuşulmuyor, aksine ipler karşılıklı atılmaktadır. Atılan ipler sadece iç dinamiklere oy kaygısı ile atılmaktadır, çünkü dışa gösterilen yüzde ipin hiçbir anlamı yoktur! İktidara gelen bir parti, Yahudi düşmanlığını ana politik çizgi belirlemiş olmasına rağmen, ilk anlaştığı ülkenin İsrail olduğunu gözden kaçıramayız. Bugün muhalefette olduğu için eski politikasına dönmüş ve Yahudi düşmanlığına devam etmekte, ayağına değen bir taştan bile Yahudi’yi suçlu görür konumdadır. Ülkemizde bütün gelişmeler dış dinamiklere bakılarak ve oradaki gelişmeler göz önüne alınarak yapılmıştır. Halkımız istediği için değişim olmaz, çünkü yukarıdan aşağıya doğru örgütlenmiş bir devlet sistemimiz vardır.

Ülkemiz reklamlarda ve dizi filmlerde yaşanan hayat ile karşı karşıyadır, bir de sokaktaki yaşam ile. Ülkemizi medyadan izleyen biri son gelişmeleri anlayamaz, çünkü gerçek hayat ekranlardan gözükmez. KOBİ’ler için bir banka reklam üretmiş, bütün çalışanlarını sanki reklama almış ve bir parçayı dönüştürerek o çalışanlarına özgürce okutmaktadır. Çalışanlar nerede ellerini kaldıracaklarını bilirler ve hep birden KOBİ’lere seslenirler. Hayat mutludur, her olanak bu ülkede vardır, halkımız mutludur! Üstelik batılıdır! Bir avuç nohuda oyunu satan ortada yoktur, her şey mükemmeldir.

Oyuncak dağıtan bir başbakan, o dağıtırken kimse birbirini ezmez! Fakat oyuncak dağıtan süpermarket sahibi olduğunda, çocuklardan çok büyükler, kendi çocukları için bir birlerini linç etmekteler! Dışarıdaki yüzümüzde bunlar pek gözükmez, o yüzden AB Türkiye’nin en demokrat partisi olarak AKP’yi görür. AKP gerçek yüzü ile Avrupa’da yoktur! AB’nin isteklerini son dakikada olsa yapan bir iktidar, AB için elbette demokrat gözükecektir. Seçim öncesi ise AB yasalarından geri adım atarak iç dinamiklere yönelik seçim yatırımı yapmadan da geri durmamıştır.

Bugün savaş yorgunu değiliz, savaşın yaratmış olduğu tüm ulus olarak birkaç kuşaktır yaşamadık. Yaşayanlar ise birer birer aramızdan ayrılmışlar ve o günleri anlatamamaktadırlar. Savaşı yıkıcılığını yaşayamayanlar bir ülkeyi işgal etmeyi, bir oyun gibi görmekteler ve kendileri için birileri de başka ülkede savaşacağını düşünmekteler. Yani savaşın sonucunda ne getireceğini göremiyorlar. Kahramanlık destanları ile büyütülenler gözleri kapalı olarak mayınların üzerine gidebilirler, fakat tarih daha büyük dramlar ile doludur. Dünyadan koparılan bir halk her türlü çılgınlığı yapabilir, çünkü dünyanın merkezinde olduklarını düşünürler. ‘Savaşa hayır!’ demekteyim. Ben yokluk yıllarına geri dönmeyi göze alamıyorum, çünkü tarihi kitaplardan da okumuş olsam, o dönemin dramını okuduğum romanlardan içselleştirmişimdir. Savaş demek, yokluk ve demokrasinin rafa kaldırılışı olarak görmekteyim. Son balkan savaşında da gördüğümüz gibi komşunun komşuyu boğazlamasıdır. Son ırak işgalinde gördüğümüz gibi kutsal mekanların yok edilmesidir. Tarihin birikimin silinmesidir. Savaş önüne geleni yok eder, yokluk kaçınılmaz olarak gelir. Dünyanın en zengin ülkesi Kuveyt artık zenginler kulübünde değildir. Halkı fakirleşmiştir, eski günlerindeki rahatlık yoktur. Ülke işgal altında, bütün gelirleri işgal güçlerinin masraflarına gitmektedir. Kısaca ben yokluk günleri olarak kabul ettiğim savaşa hayır demekteyim!

11 Temmuz 2007
İSMAİL CEM ÖZKAN

Hiç yorum yok: