9 Ocak 2008 Çarşamba

Denize doğru akmak!

Denize doğru akmak!

Nem üzerime doğru sıvanıyordu, tişörtüm hep ıslakmış gibi, hafifçe esen meltemde kendini hissettiriyordu. Sokaklar, her zaman ki gibi kalabalık ve üst üste insan, sokaklarda hiç umursamadan uyuyan köpekleri seyrettim bir ara. Kalabalığa daldım, ben de onlardan biriydim. Ne düşündüğünü bilmeden, kalabalığa dalıp gitmek. Amaçsız koşturma gibi geldi bana, her kes acelesi varmış gibi birbirinin üstüne binerek gidiyor. Yollar ise arabalardan ve onların kornalarından geçilmiyordu. Kalabalık sadece kaldırımlar ve yollarda değildi, onları kuşatan binalarda aynı şekilde düzenlenmişti. Yolların genişliğini sanki kıskanmış, yolun üzerine eğilmiş binalar gördüm. Yolları daha da daraltan bu karmaşanın nedeni, sanki binalar gibi geldi. Şehirleri oluşturan biçimlendiren hangisi?

Yol mu, insan mı, evler mi, hangisi şehri tanımlar?

Birbirinden ayırarak acaba soyutlanabilir mi?

Çevreme bakıyorum, grilerin arasındaki yeşile. Yeşil farklı bir renk gibi geldi, belki yaşıyor olduğu içindir. Gökyüzüne kafamı döndürmek istedim, güneş hala içimi yakmaya devam ediyor, kafamı çevirmedim bile. Bir gölge yer ve serinlik umuduyla bir pasaja girdim. Serinlik çarptı yüzüme. Bir anda kendimi soğuk bir ortamda hissettim. Tişörtüm kendisini daha çok hissettirdi. Yapışmış olan tişörtüm beni daha çok üşütüyordu. Kurumuyor, aksine vücuduma yapışıyordu. Islak bir elbise ile kışın sokakta dolanmak gibi. Dışarıda çöl sıcağı, içeride vaha!
Teknoloji diye düşündüm, ne hale getirdi bizleri. Acaba bu sıcaklığın oluşmasında bu soğukluğun etkisi ne kadardır, çünkü benim bildiğim havayı ısıtması gerek, soğutması için!
Sokaklar içinden pasajlara geçince, camekanlara bakmadan olmuyor. Bilgisayarın başında çalışan güzel kızlar, ayakta dolaşan erkek çalışanlar, belli bir disiplin içinde hareket edenler. İçeride biraz benim gibi sıcaktan kaçmış izlenimi veren biri, anlamsız sorular sorarak daha çok kalmaya çalışıyor dükkanda. Müşterisi olmadığı içinde çalışan ilgileniyor gibi yapıyor, belki orada ki varlık sebebi, o gelen olduğunu bildiği için işini yapıyor, arada da göz ucuyla şefine bakıyor. En azından çalışıyor gözüküyor. Masa başında oturan orta yaş üzeri işveren ya da müdür olduğu sandığım biri ise, kafasını kaldırmadan önündeki kağıtlara bakıyor. Arada bir çevresine bakıyor anlamsız gözler ile, sonra yeniden dönüyor kağıtlar arasına. Neden bilgisayar yok diye geçiriyorum içimden. Belki o da bilgisayar düşmanıdır!
Teknoloji ilk çıktığında, hayır el ile yapılan daha değerlidir, o yüzden ben teknolojik ürünleri değil, el işçiliğini seviyorum diyen bir grafik dostumu anımsadım. İlk grafikerlik yıllarımda, ben daha bugünkü kadar yaşlı olmadığım dönemde stajyer olarak gittiğim grafik bürosundaki eski meslektaşlarımı ilgi ile izlerdim. Tembel olduğum içinde hep teknolojinin o anki olanaklarından yararlanmayı severdim. Tabi ben hızlı bir şekilde ürün ortaya çıkarınca patronlar eski grafikere doğru dönerdi, o da kendisini o şekilde savunurdu. O zaman anlamazdım, neden öğrenmek istemiyor diye, yıllar geçtikçe bende onun gibi oldum, yeni meslektaşlarımın yanında.

Sıcak bugünlerde nemi de yanında davet etmiş, ikisi kol kola şehir kuşatmıştı. Şehrin kendisinin yaratmış olduğu enerji sonucunda daha da sıcak ve çekilmez olmuştu. İşlerimin olması nedeniyle bu şehirde bulunmam gerekliydi. Hemen ayrılamazdım, tıpkı diğer insanlar gibi.

Pasaj içinde dolaşırken bir teknoloji ürün mağazasının önünde durdum, içeride çalışan televizyonlara baktım. Haberleri sunan şık mı şık sarışın bayana baktım, tıpkı benim rüyalarımda eş olarak aradığım kadın gibiydi! İnsan aradığını görürde kapaklanmaz mı ekrana? Ben de kapaklandım ekrana ve onun sesini duyabilmek için daha da yakınlaştım. Haberler, bildik haberler olarak devam ediyordu, kim kim ile aldatmış magazin haberleri kadar ilgi çeken kim nerede kimi linç etmiş haberlere dönüşmüştü. Onlar benim ilgimi çekmedi, daha çok bayana bakıyordum, tavırına ve hep gülen yüzüne. Kaza olmuş onlarca ölü ve yaralı var ama hala yüzü gülüyordu okurken. Okuduğunu anlamıyor diye içimi geçirdim, hani derler ya sarışınlar aptal olur, tıpkı onlar gibi davranıyordu. Gerçi ben pek inanmam aptal olduklarına. İstanbul denize aktı diye altta bir yazı okudum. Sonra haber başlığı da aynı olduğunu kulağımı kabarttığımda anladım, Allah Allah nasıl olur İstanbul denize akar? Daha da yakınlaştım televizyona, sonra dikkatlice dinledim. Ben de İstanbul’daydım ve ben pasaja akmıştım sıcaklardan dolayı!

Sahilin bildik görüntüsü ve güzel bayanların süslediği sahil şeridi. Elinde mikrofon olan bir bey ki o tahminin televizyon muhabiri olsa gerek, soru sorduğunu duymadım ama güzel bayanlar sahillerin güney sahillerini aratmadığını söylüyorlar. Kamera arkasına bakmayı severim neden diye sormayın bilmem, konuşanın hep arkasına bakarım! Sahil boş gibi, birkaç kişi denize doğru koşuyor, fakat üzerinde bir şey var mı yok mu belli olmayan mayolardan giymiş güzel bayan gördüm. Birazdan kameramanda oraya zom yaptı da o muhteşem kıçları gördük! Haberlerin burasında etrafımda benden başka kişilerde oluşmuştu. Hep beraber bir iç çektik, sonra nefesimizi ağır ağır verdik. Sanki o kalabalık ortak nefes alıyordu! İçerisinin soğukluğunu hissetmiyordum, tişörtüm vücudumdan ayrılmıştı. Daha rahat nefes alabiliyordum. İstanbul denize aksa diye düşündüm, acaba deniz nasıl olur?

Sokaklara baktım, her tarafta çöp yığını vardı. Bide bu insanların denize aktığını düşünün, tüm sahilleri kaplardı belki!

Haberlerde şunu duyardık o zaman; “Karadeniz’e giren yüzme bilmeyen İstanbullu bir vatandaşımız dalgalara takılıp gitti, arkasından onu kurtarmak için kendisini denize atanlarda dalgalara takıldı.” Birbirini tetikleyen bu durumda zincirleme kaza gibi zincirleme boğulma vakaları verilirdi! İstanbul sokaklarında benim gibi yok olanlar düşünüldüğünde denizde daha fazlası olur!

Haberlerin metinlerini yazanların ne kadar bilgi birikimi olduğunu, haberlere bakınca daha çok anlıyorum. Belki ilgi çekmek için bu şekilde aptala lafları yazıyorlar! Belki aptallık para ediyor diye kendilerini aptal yapmış olabilirler! Gazeteciye her şey mubahtır, ne yazsa doğrudur!

21 Ağustos 2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: