7 Ocak 2008 Pazartesi

kktc

farklı bir konu dün akşamdan beri beynimi yemekte!
yenen beyin olunca hemen virüsü oradan çıkarmak gerek dedim ve sarıldım kaleme!
eskiden ne güzeldi değil mi, kalem ile yazılırdı her şey, ya şimdi?
hani çocukluğumda olan şu anda gençlerin büyük bir bölümü dahi görmediği daktilolar. o daktilonun eve getirilişi, yazı yazmak için zaman zaman şeritlerin değiştirilmesi, ayrı bir zevkti. ama en zevksiz yönü yanlış tuşlara değdikten sonra yaşananlardı. bir de titizsen o zaman en kötüsü, otur baştan yaz koskoca sayfayı.
yazı yazmak için hala ele ihtiyaç var, bu da yakında kalkacak merak etmeyin. benim bildiğim ingilizce ve almanca konuşup, bilgisayar ekranında yazı olarak gördüğün programlar üretildi. türkçesi de üretildi mi, düşünün bir, kim elini kullanır ki?
ne olursa olsun beyini kullanmaya devam edeceğiz, işte en korkuncu onu kullanmaktan vazgeçtiğimiz gün olacak!
ne yazık ki, bant başında çalışan emekçi insanlarımız onu da kullanmıyor, sadece ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor!
hele bürokratlarımız!
onların beyinlerini kullandığından hep şüphe etmişim.
elini ve beynini kullanmayan toplumları nasıl ayırt edersiniz?
kitap ve gazete satışları ile değil mi?
demek ki, ülkemizde beynini kullanan sayısı gerçekten çok az!
bugün beynimi yiyen virüsü ortaya çıkarayım!
şu kakatece olarak okunan kktc konusunda bir değineyim kendimce.
(neden spikerler kakatece diye okur bu kısaltmaları onu da anlamış değilim!)
dünyada tek türkiye tarafından kabul edildiği (tanınan) söylenen ülke!
şimdi ben bu kabul edilmeden de kuşkulu olduğumu söylemek istiyorum.
çünkü gerçekten biz orayı ayrı bir devlet olarak görmüyoruz.
nereden çıkardın, adamların cumhurbaşkanı, başbakanı ve bakanlar kurulu yanında bir de meclisleri var!
doğru görüntüde kendi içinde bir de demokrat ülke.
fakat düşünün bir, bir ülkenin cumhurbaşkanını bir dış işleri bakanı çağırıyor görüşmeye.
bir cumhurbaşkanı bir ülke ziyaret ettiğinde en üst makamlar karşılar ve ağırlar değil mi?
çünkü muhatabı kendi seviyesinde olan biridir.
kakatece cumhurbaşkanı ülkemize geldiğinde acaba kaç defa bandolarla karşılandı?
kaç defa cumhurbaşkanı ile görüşebildi?
bir sorun olduğunda türk dışişleri bakanı ile görüşüyor.
diğer muhatabı yok bu ülkede!
dışişleri bakanı.
şimdi amerikada dışişleri bakanı tarafından karşılandı, ve gerekli direktifler verildi. o direktifleri alan cumhurbaşkanı ülkesine zafer edasıyla dönecek!
dönerken de türkiyeye uğrayıp dışişleri bakanı ile görüşüp gerekli bilgileri verecek!
böyle olmayacak mı dersiniz?
bir ülkeyi tanımak, onu her yönüyle tanımak ile mümkündür.
sadece kağıt üzerinde tanınırsa, bu sefer diğer dünya devletleri karşısında ciddiye alınmaz bu tanınma.
ciddiye de alan da yok.
çünkü ilk tanıyan ülke bu işi gerektiği gibi yapmıyor.
bir de ismine takıldım bu ülkenin.
çünkü güneyde sanki türk devleti varmış gibi kuzey türk devleti denmekte.
ismi bence kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti yerine, kuzey kıbrıs cumhuriyeti denebilirdi. yok milliyet öne çıkarılacaksa o zaman, kıbrıs türk cumhuriyeti denilebilirdi.
ne demek kuzey?
sanki güneyde aynısı varmış gibi!
kuzey kore, güney kore gibi!
doğu almanya, batı almanya gibi!
baştan ismi verilirken çok düşünülmediği ortada olan bir ülke.
keşke beyinini kullananlar bu işi bu kadar uzatmadan sorunu çözebilselerdi. çünkü sorun uzadıkça sorunun üzerine daha çok ilmekler bağlanmakta ve işin içinden çıkılmasını zorlaştırmaktadır. o zorluk gelir o ilmeği atanların başına bela olur. çünkü her ilmeği atan onu açacak diye bir kaide yok!
bir gün bir iskender’in gelip kılıcı ile bu ilmeği çözmesi beklenir!
iskender ne zaman gelir dersiniz?

01.11.2005
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: