9 Ocak 2008 Çarşamba

Dağdan bir ses duysam Mikail gelir aklıma.

Dağda bir şahin ses verse, adı hemen canlanır kafamda. Ben hücrede seslerin sesine ortak olurken, o dünyada sessizlerin sesi olmuş, sesini tüm dünyaya duyurmak için belki oradaydı. Dağlar Mikail’di, Mikail ise insanlığın sesiydi!

Nitelik dergisi sayfalarında buluşmadan önce biz Ankara’da buluştuk. Orada tanıdım, ilk orada gördüm. Dostumdu, yoldaşımdı. Yola çıkmıştık ve o yolda yalnız olmadığımı Kıvılcım gösteriyordu. Ankara’da sokakların sesi, sessizlerin sesi olacağımızı söyleyerek yola çıktık. Sesimizde Mayakovski vardı, sesimizde Nazım vardı. Sokaklarda düşenlerin sesi vardı!

Sokaklar sessizdi, korku panzerlerin eşliğinde tüm yurda yayılmıştı, ,ilk çığlık ilk adım ile atılmış, sonra yarın’ı kucaklamak için bugünden el verilmişti. Sokaklar, eski güzelliğine kavuşacağı günü bekliyordu ve bizler ilk kıvılcım olacaktık. Sessizliğin hakim olduğu sokaklarda gençlerin, işçilerin ve de güzel insanların sesleri ile canlanacak ve tüm sokaklar çocuklara bırakılana kadar kavga sürecekti. Sokaklarda çocuklar güven içinde oynayacakları o güzel yarınlar elbet bir gün gelecekti. İnanıyorduk, inanıyorum hala!

Ben hücre duvarlarına sinmiş çığlıkları sesimde canlandırırken, o dağlarda şahin olmuştu.
Dağlar sesti ve ben karanlıkta onun sesini duyuyordum.

Mayakovski gibi olacaktı belki sonumuz, belki güzel günlerin başlangıç tarihinde sesimiz sessizlik olacak ve çekip gidecektik bu dünyadan, fakat Mikail daha önce karar vermiş ve dağların doruklarında sesini bırakarak aramızdan ayrıldığını çok sonraları duydum.

Ne zaman dağdan bir ses gelse, kafamı dönderip bakarım o tarafa, acaba yol arkadaşımın sesi mi diye?

Anadolunun gerçek sahiplerinden gelmekteydi sesi, yüceydi, kendine güvenen ve ne yaptığını bilendi. Kendi kaderini kendisi çizecekti ve de çizdi. Sesini dağlara bıraktı.

Sessizliğin içinde bir ses duydum, dayanamadım açtım pencereyi sesin geldiği yöne doğru kafamı uzattım, kulaklarımı kabarttım, onun sesimiydi acaba, değildi. Mikail bir masal kahramanı mıydı, bir anda aramızdan yok olup gitti. Gördüklerim, yaşadıklarım acaba bir rüyamıydı? Yoksa öyle biri hiç olmadı mı, hiç tanımadım mı, yaşadıklarım birer görüntü müydü?

Sessizliğin ortasından nice çığlıklar duydum, nice canlar gördüm. Ama o hiç yoktu! Hiç olmadı mı? Ne zaman birlikte olduk, ne zaman görüştük, ne zaman dağların sesi oldu, bilmiyorum.

Karanlığın ortasındayım, karanlık çağının beklide en üst noktasını yaşıyoruz. Belki de başlangıcını. Dünyanın bir yerinde şu anda bomba patlamış olabilir, binlerce insan ölmüş, sakat kalmış olabilir. Ambulans araçları o sessizleşen sokaklarda sesini acı acı duyurmaya devam ediyor olabilir. Her acı içinde belki onunda sesi vardır, sessizliğimize ses olan sesi.

Dağların sesi. Bir kuş kanat çırpsa, ses olur. Bir çığlık atsa, yeryüzünü kucaklar. Yeryüzü pırıl pırıl ama insanlar karanlık! Karanlık düşüncelerini ve zorbalıklarını yeryüzüne yaymaya devam ediyor. Karanlık çağın efendisi insan! Karanlıktan çıkaracak olanda insan!

Sokaklar sessiz, sessizliği bozan ise bir karanlık ayak, belki de ayaklar! Karanlık amaçlarına ulaşmak için karanlıkta eylem yapıyorlar. Geriye acı ve kızıl renk bırakarak ayrılıyorlar. Ses bir anda sessizliğin içinde yok olup gidiyor. Belki dağdan gelecek ses ile uyanacak insan!

Sonsuzluğa bırakılır her ses, her kelime gibi. Sonsuzluğun içinde dönüp durur ve bir gün, gün aydınlanırsa eğer, karanlık yerini güneşe bırakırsa, bırakılan o seslerin sahipleri görünür kılınır.

Dağdan bir ses duysam Mikail gelir aklıma.

İSMAİL CEM ÖZKAN
24.11.2006

Hiç yorum yok: