10 Ocak 2008 Perşembe

İnsan ve beton!

İnsan ve beton!

İnsan doğaya karşı savaşı, yine doğadan aldığı ile başladı. İnsan dünyaya yayılırken, yaşadığı alanı yok eden tek canlıdır. Kendi yaşadığı yerde, başkalarının yaşamasına izin vermez. İlk sahipleri yoktur şimdi yaşadığı yerlerde. İnsan ve beton hakimdir!

İnsan ve beton! İki birbirinden bağlı olmayan kelime. İnsan ve beton! İkisi de doğaya hakim, ikisi de yaşadığı ve doğduğu yeri yok ediyor. Doğanın birer parçası olduklarını unutuyorlar. Bu ikiliye daha sonra petrol da katıldı. Uğruna milyonlarca insan öldü, ölmeye de devam ediyor. Çıktığı yerler için savaşanlar, orada iktidarını sağlamlaştırmak için uğraşan işgalciler. Her şey daha rahat yaşamak için! Doğadan kopuk insan şimdi kendisini yiyor! Hücrenin kendi kendisini yok etmesi gibi. İçinde taşıyor o hücreyi ve bütün vücudu yok etmeye devam ediyor. Doğadan kopan insan yok oluyor. Doğal duyguları olan acıma duygusunu da yok ederek. Bencillik her an daha da güçleniyor. Bencilleşen insan bir hücreye dönüşüyor, kendi kendisini yok eden hücreye.

Doğadan kopan insan her türlü vahşeti yapmaktan çekinmiyor. Vahşetin boyutu o kadar ileri gitti ki, çocuklara cinayet işletilir oldu. Hukuk önünde daha az ceza alacağı bilinen çocuklar şimdilerde katil adayları olarak ortada dolanmaktalar. Reşit olma gününe yakın yaşlara gelen çocuklar büyükleri için birer silah olabiliyorlar. Son cinayetlerde bu gerçek kendisini daha da hissettirmeye başladı. Bu cinayetlerin sebepleri siyasi olabiliyor ya da kaçak bir cinsel ilişki! Toplum değerleri yok oluyor, tıpkı insanın yok olması gibi. Betonların içine sıkışmış insan, yeni yaşam alanında diğer canlıların yaşamasına izin vermediği gibi, kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayanlara da izin vermiyor, yok ediyor. Bencillik, yalnızlığı da yanında taşır. Modern insan yalnızdır. Sosyal bir ortamda yaşamasına rağmen, kendi içinde yaşayan ve tepkilerini anında değil, başka alanlarda veren bir canlıya dönüştü. Tepkisizlik toplum içinde yaygınlaşırken, kişisel tepkiler içinde olan birey en yakınındakini ve kendisini yok etmeye başladı. Toplumsal tepkiler eskiden olduğu gibi meydanlarda değil, bireysel ve ekonomik içerikli gösterilere dönüştü. Siyasi iktidarı hedefleyen toplumsal tepkiler maalesef betonların arasında sıkıştı ve yok olmaya doğru gitmektedir. Betonlardan oluşmuş olan sitelerde, şehirlerde yaşayan birey, tepkisini yine dört beton arasında verir oldu. Yüksek binalarda oturanlar arasında intihar edenlerin oranı gün geçtikçe yükselmektedir. Ülkemizde ise yüksek binadan daire almak için sıraya girmiş binlerce insan görmekteyim! Bütün birikimini doğadan kopmuş olan bu sitede harcayan insan! Doğadan kopan insan, kendisi dışında diğer canlılara da yaşam hakkı tanımıyor.

Doğa ve insan iki yabancı oldu! İnsanlık tarihi doğa ile mücadele şeklinde biçimlenmiştir. Daha rahat ve uzun yaşamak için her türlü gelişmeyi öncelik almış ve doğayı kontrol etmeyi istemiştir. Bencillik yaratılıştan itibaren diye düşünebilir insan ama şundan 30 yıl öncesini düşündüğümüzde insan bugünkü kadar bencil değildi. Küçük yerleşim birimleri içinde yaşayanlar doğa ile barışık ve doğanın yasalarına uygun yaşarlardı. Şimdi doğanı yasalarının ne olduğunu unuttuk, izole edilmiş şehirlerde, kendi kendini yok eden bir hücreye dönüşmüş şekildeyiz. Yaşadığımız alanlarda, bizim ile birlikte yaşamasına izin verdiğimiz canlıları bile değiştirdik. Onları kendimize benzettik. Sahipleri ile aynı görünümü taşıyan hayvanlar ve canlılar ürettik. Doğada serbest halde bulunan bitkileri dahi, vazolar içinde oturma odasında süs olarak kullanmaya başladık. Doğanın sesini yanında taşıyanlar, kafesler içinde birer biblo olarak görmeye başladılar, hatta bazıları onların sahtelerini biblo olarak duvara asmaya bile başladılar. İçleri doldurulmuş havyalar süs amacıyla satılır oldu. Hayvanat bahçeleri birer halka açık hapishane görünümünde, orada bulunan canlılar neden orada bulunduklarını dahi bilmeden yaşıyorlar, tıpkı şehirde yaşayan insan gibi. İnsan kendi çıkarını öncelik olarak aldıktan sonra, komşusunu bile düşünmeden öldürür hale geldi. Bir bahane bulup rahatlıkla öldürebiliyor. İntiharın başka bir türü karşındakini öldürmektir. Çünkü birini öldüren öldürülmek istemektedir aynı zamanda!

Günlük yaşamımız içinde ölenler hep unutulan ve suçlu olanlardır, cezaevinde yatanlar ise hep kader kurbanı olarak görülür. Ölen öldüğü ile kalmıştır, katiller şehirleri istila etmektedir. Şehirleri alanlar devleti de almış demektir! Devletin varlığı bile tartışılır konuma gelmiştir ama bunu tartışacak ve siyasi duruş sergileyecek ve bu duruşunu kitlesel halde gösterebilecek kadar ne kadar insan kaldı dersiniz? 12 milyon nüfusu olduğu söylenen bir şehirde, yüz bin insan protesto için toplandığını düşünsek acaba ne kadar küçüldüğümüzün farkına varabilir miyiz? Nüfus artmıştır ama siyasi amaçlı meydanda sesini duyuran insan azalmış demektir. Büyük bir gerileme görmekteyim. Doğa ile barışmak için öncelikle kendisine sahip çıkmak ve bu gidişi tersine döndürmek hala insanın kendisinin elinde, bunu başarabilecek mi? Onu da zaman gösterecek!

İSMAİL CEM ÖZKAN
24 Mart 2007

Hiç yorum yok: