10 Ocak 2008 Perşembe

Günlerin içinden…

Günlerin içinden…

Günler birbirini izliyor ve ne kadar izleyeceğini de kimse bilmiyor! Sonsuza kadar mı izler günler, yoksa göreceli olarak yaşadığım gün kadar mı? Benim açımdan ve ben merkezli bakarsam olaya, yaşadığım gün kadar izleyecek günler. Sonra bir gün benim için zaman dolacak! Ve o an günlerin birbirini izlemesi olayı bitecektir.

Zaman beklemeden ve hızlı bir şekilde ilerliyor ve bu hız içinde ne yaptığımı dahi düşünecek zaman bulamıyorum. Sürekli bir şeyleri yetiştirmeye çalışırken ne kadar yorulduğumun dahi farkında değilim. İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelik neydi? Birikimini gelecek kuşağa aktarmak. Bugünlerde gelecek kuşağa aktaracak kadar bir bilgi birikimine sahip olup olmadığımı dahi düşünecek zamanım yok. Çünkü sürekli değişen ve hızlı bir şekilde gelişen teknolojinin ürünü birikime yetişemiyorum ki, birikimimi geleceğe aktarayım. Benden sonraki gelen kuşaktan öğrenir oldum. Ben, benden sonra gelecekten geri, benden öncekinden ileri olacağımı hep kabul etmişim ama bu kadar da geri düşeceğimi dahi düşünmemiştim. Kabileden çıkan bir birey gibi garip ve anlamsız bir şekilde çevreme bakıyorum. Bundan kaç yıl önce cep telefonu hayatımıza girdi, ne zaman bilgisayar, ne zaman diye düşünürken dahi başka bir şey hayatımıza başka şeylerde girmeye devam ediyor. Ekranlardan öğrendiğime göre, ki son dönemlerde eğitimimi ekranlar aracılığı ile geliştirmeye çalışır hale geldim, çünkü okumak için aldığım kitap bir bakmışım ki, içindekilerin doğruları çürütülmüş! O yüzden ekranlardan öğrenmeye başladığımı gördüm. Ekranlardan öğrendiğime göre, gezegen sayısı dahi değişmiş. Değişim o kadar hızlı ki, neyi izleyeceğimi bilmediğimden günlük yaşantımı kurtarmaya çalışıyorum. Bu hafta sonu evde kendime zaman ayırdım ve çok yorgun olduğumu hissettim. Kaslarım ağrıyordu, ruhen çökmüştüm, konuşmak dahi istemiyordum. Evde kendime yemekler hazırladım, kendim için bir şeyler yaptım ama bir boşluk içindeydim. Boşluk içindeydim ama tanımlayamıyorum. Sanal yaşanan duygular, sanal aktarılan bilgiler ve sözler yoktu bugün yaşantımda. Geleceğe aktaracağım birikimim de yoktu. Boşluktaydım. Boşluk insanı bilmediği maceralara da taşır ama günü kurtarmaktan iyidir diye düşündüm. Maceraya atılmayalı, kaç zaman olmuştu?

Ne zamandan beri amaçsız hiç yola çıkmadım, amaçsız ve gönlümden geçtiği gibi davranmadım. Doğallıktan uzaklaşmış ve şimdi yaşadığım çevrenin belirlemiş olduğu rolü oynar buldum kendimi. Evet, kendim değildim, bir rol vardı üzerimde ve kim yazdığını dahi bilmediğim senaryoda oyuncuydum. Oynuyordum başka kimlik içinde, tıpkı antik yunan tiyatrosunda olduğu gibi, elimde maske ve yüzümü elimdeki maskeye göre biçimlendiriyordum. Nerede hüzünlü, nerede sevinçli, nerede aşık! Maske elimdeydi ve o an rolüm gereği maskeyi değiştiriyordum. Değişimin içinde olduğumun dahi farkında değildim. Herr K. dahi değildim, bilmeden bir şato içinde bir masadan ötekine koşan biri de değildim. Bir gün odam da yalnızken, vücudumdaki değişimler sonucu neye dönüştüğünün farkında olmayan bir sigorta satıcısı da değildim ama değişimin içindeydim. Değişim benim dışımda ve günlerin bir birini izlediği zaman birimi içinde oluyordu. Yorgundum, yorulduğumun farkında dahi olamamıştım. Bir değişimin içinde, sıradan bir posta memuru gibi yazmaya çalışıyorum.

Amerika’da insanlar bir işi yaparken hemen bu olmuyor başkasını denerim demiyorlarmış, aksine o sorunu çözene kadar çalışır ama bunu yaparken de eğlenerek yaparlarmış. Olmuyor diyerek bir yana atıp işe küsüp gitmezlermiş, o işi daha iyi nasıl kolaylaştırırız diye kafa yorarlarmış. Bizim gibi düşünmedikleri içinde elbette onların davranışlarını ve düşüncelerini anlayamıyoruz. Ben bir Amerikalı gibi düşünemem, çünkü onların yaşadığı kültür ortamında büyümedim, geliştiğim ve kültürünü aldığım toplumun tipik davranış özeliklerini gösteririm. Gerçi bu davranış biçimim sadece bıyık ile sınırlı gibi duruyor, çünkü bizim erkeklerimiz bıyıklarını keserek batılı olurken, hala bıyıklı ve doğulu olma özelliğimi koruduğumu biçimsel olarak düşünmekteyim! Bıyığımı kesemiyorum, çünkü burnum benim için önemli, altına bir çizgi çekme ihtiyacı duymaktayım! Gerçi burnunun altına nokta koyan adam milyonlarca insanın ölümünden sorumlu oldu. Gerçi o da gençliğinde burma bıyıklı bir adammış! Gençlik resimlerine baktım geçenlerde. Ve onun için zaman Berlin’de Sovyet tanklarının sesleri arasında son buldu.

Amerika’nın gerçek yerlileri biraz hızlı davrandıklarında, bir yere oturup geride kalan ruhlarını beklerlermiş. Çünkü onların inançlarına göre ruh ve beden eşit davranmalı, biri geride kalmamalı, eğer geride kaldığına inanılıyorsa beklenirmiş. Ben de bu hız içinde ruhumun beni terk ettiğini düşünüyorum ve ruhumu beklemeye karar verdim. Ruhsuzlaşıyoruz, ya da ruhumuz hepten ortadan kalktı. Teknolojinin bize verdiği hız, insanlığımızdan çıkardı. Koşturuyoruz ama ne için koştuğumuzu dahi bilmeden. Ben açık ilan ediyorum, ruhumu bekleyeceğim, bu kadar hız bana göre değil, yorgunum ve ruhuma ihtiyacım var!

İSMAİL CEM ÖZKAN
25 Mart 2007

Hiç yorum yok: