10 Ocak 2008 Perşembe

Seçimler yaklaşırken…

Seçimler yaklaşırken…

“Türkler bir seçim yapacaklarsa, demokrasi laiklikten önemlidir." diye buyurmuş The Economist dergisi başyazısında. Türkler sizin aklınız yok, bak bu şekilde davranırsanız çağdaş dünya ile kucaklaşabilirsiniz. Ekonomik olarak ülkeyi başkalarına peşkeş çeken bir iktidarın olması sizin günlük yaşantınızdan önemli, çünkü peşkeşten en büyük pay alan biziz demekte, Türkiye’de ki demokrasi yönünde gelişmelere de kendi açısından bakmaktadır. Ülke tam bağımsız olmuş olsaydı, dışarıdan biri bu şekilde aklı vermeye kalkabilir miydi?

Ülkemiz yeni bir seçim havasına girmiş durumdadır, bu seçim havasında bütün partiler kendi pencerelerinden olayları yorumlayacak ve bir bilgi kirliliği ile karşı karşıya geleceğiz. Birisin ak dediğine ötekinin kara demesi kadar normal bir şey olmayacaktır. Toplum içinde var olan kutuplaşmalar oy için kaşınacak ve yeni çatışmalara yol açılacaktır. Bu cepheleşmeyi bugünden söylemek abartı olmazsa gerek, çünkü bugünkü seçime giden süreç cepheleşmenin izlerini taşıyordu. The Economist dergisi başlığı atarken de cepheleşmeden haberi vardı elbette. Cepheleşme cami parfümlü siyasiler ile kışla parfümlü siyasiler arasında olacağını belirtmektedir. Her iki cephede halka rağmen bir şeyler yapan ve halkın duygularını önemsemeyen bir yapıyı temsil etmektedir. Halk güdülmesi gereken, başıboş ve hedefi olmayan bir yığın olarak görülmektedir. Kendi inançları doğrultusunda toplumda değişiklik yapmayı, kendileri açısından olağan ve normal gören bir düşünce hakimdir. Her iki akım, tarihi bir hesaplaşmanın bugüne taşınmasını da temsil etmektedir. Siyasi hesaplaşma Osmanlıdan bize kalmış bir mirastır. Mirasın varislerinin resimlerinin ortaya çıkması tesadüfi değildir. Bir yandan ittihatçı geleneği temsil eden ve asker parfümlü siyaset, diğer yandan cami parfümlü Said Nursî portresinin öne çıkarılması tesadüf değildir. Bu bir geçmişte kalan hesaplaşmadır. Bizler hesaplaşmanın dışında başka bir alternatifi düşünmek zorundayız. Hesaplaşmanın içindeki kavgaya neden bizler dahil olacağız? Meydanları dolduran kalabalık, acaba hangi kavganın içinde kimin yanında olduğunu düşünebiliyor mu? Geleceğine acaba kaç kişi bilinç ile müdahil olabiliyor? Bizler bir sahnede oyun oynuyoruz. Oyun içinde seyirci, aynı zamanda oyunun bir parçasıyız. Her oyun, kendisine ait seyircisini de yanında taşır ya da yaratır!

Ülkemizde bildiğimiz gibi gerçek anlamda laiklik yoktur. Laiklik adı altında yapılan uygulama, devlet kontrolü dışında her türlü dini oluşum yasaktır ve yok sayılmıştır. Yani laiklik bizde dinin ve oluşumlarının kontrolü anlamına gelmektedir. Eğer bir şey yapılacaksa onu da devlet yapacaktır halk adına! Cami gerekliyse cami yapacaktır, çünkü ülke % 99 Müslüman olan bir ülkedir! Onun dışındakiler asimile olmak zorunda olan sapkınlardır! Bizde her şey bize özgüdür, tarih gelişim süreçleri siyasi çıkarlar gereği yok sayılır ve inkar edilir. Gerçek başkadır, devletin yarattığı tarih gerçek ise başkadır. Bizler bu devlet gerçeği ile büyümüş bir kuşağın çocuklarıyız. Ve kafalarımız hep korkular ile doludur, devlet bu düzenin devamı için kafalarımıza hep korkuları doldurmuştur. Bugünkü varlığımızın tek güvencesi olarak bugünkü düzen fikri hep kafamızın arkasında durur, eğer başka şeyler istersek o zaman bizleri ya kurtlar yer, ya kuşlar gagalar ya da bir yerden gelecek ok ile vurulabiliriz! Devletin güvencesi altında yaşayan her birey devletine şükretmek zorundadır! Fakat yıllar içinde kontrol altında tutulması gerekenler ve 31 Mart olayların kahramanları olan Abdülhamit rejimi yanında yer alan gerici ve gelenekçi taraf devlet içinde güçlenmiş ve kontrol etmesi gereken makamı zaman içinde ele geçirmişlerdir. Laiklik adı verilen aslında tanımı ile yakından uzaktan ilgisi olmayan uygulama, zaman içinde yok olmuş ve bugünkü görüntü ortaya çıkmıştır.

Bu görüntünün ortaya çıkması bilinç ile tespit edilmiş bir tercihin üründür. Ülke içinde gelişen sol ve Kürt ulusal dalgaya karşı din panzehir olarak görülmüştür. Bu panzehirin adresi ise yeşil kuşak adını verilen Washington politikasıdır. Washington’unun çocukları ülke yöntemine 12 Eylül günü el koyduklarında bugünkü durum aslında sahneye konmuş oldu. Bugünkü durum ittihat politikasının bir anlamda iflasıdır! Bu 31 Mart vakasının tarih içindeki bir hesaplaşmasıdır. 31 Mart vakasında başlayan bir gelenek bugünlerde yeniden ve değişik biçimlerde sahneye konmuştur. Darbe geleneği o çatışmanın bir devamıdır ve ülkemiz sürekli darbeler ile yeniden rotaları belirlenmiştir. Bütün darbeler halka rağmen ve halk için yapılmıştır. Bugünkü cepheleşme içinde demokrasi isteyenler başka bir yerde durmak zorundadır, çünkü her ikisi de kanlı geçmişleri ile önümüzde durmaktadır. Her ikisinin politikasını savunmak demokrasi isteyenler tarafından düşünülemez bile. Her iki tarafın temsilcileri bellidir. Bizler ne şeriatı ne de dikta rejimi savunmayacağız, bizim başka alternatiflerimizde vardır, o da bir arada yaşamı savunan, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye’dir. Bu politikayı savunan bir siyasi partiyi seçmek bana göre daha doğru gelmektedir. Alışkanlıklarımızı değiştirme zamanı gelmiştir. Çağdaş, hukukun üstün olduğu, suçluların gerçekten ceza aldığı, demokratik, laik bir gelecek için alışkanlıklarımızı gözden geçirelim.

İSMAİL CEM ÖZKAN
9 Mayıs 2007

Hiç yorum yok: