9 Ocak 2008 Çarşamba

Bakirelik!

Bakirelik!

Bakirelik konusunda hiç düşündünüz mü? Nereden gelmiştir bu bakirelik kavramı da uğrunda cinayetler işleniyor? Namus kavramı ile birlikte anılıyor! Kızın bakire çıkması ailenin namusudur, eğer kız bakire çıkmayıp eve bu yüzden gönderilirse ya kız intihar edecek ya da aile infaz kararı alacaktır. Evin en küçük erkek kardeşine bu cinayet işletilir! Törelere karşı gelen aileler ise büyük şehre göç edip orada yeni yaşam kuracaklardır.

Geleneksel yaşam içerisinde bakirelik hala önemini korurken, şehirleşen insanlarımızın arasında eskisi kadar önemli değildir, çünkü insanın duyguları ve tercihi daha öne çıkmaktadır. Boşanmak ve birlikte yaşamak şehirlerde normalleşmiştir. Eski geleneksel bakış açısı ekonomi ile orantılı olarak şehir yaşamı içinde yok olmaya doğru gitmektedir.

Yaptığım araştırma içinde İslam geleneği içinde bakirelik kavramı yoktur, peki bize İslam’dan gelmeyen bu geleneksel bakış nereden gelmiştir? Elbette köklerini bulmak zor olmasa gerek!

“Artemis, babası Zeus'tan sonsuza dek bakire kalmayı dilemiş ve perileri ile birlikte hep bakire kalmıştır. Doğa ile içiçedir Artemis; ok, yay, at ve arabası ile birlikte gözükür. Sadece insanların dünyası ile ilgilenmez, hayvanlarla ve bitkilerle de ilgilenir. Ayın üç ayrı dönemini temsil eden Artemis'in tacı aynı zamanda, kadının gelişimini de simgeler. Hilâl yeni doğmuş bir kızı, yarım ay genç kızlığa geçişi, dolunay ise olgunluğu, doğurganlığı ve analığı anlatır. Bu üç yönüyle Artemis, ataerkil düzenin ona verdiği yeni nitelikleri; bakireliği, kadınlığı ve analığı aynı vücutta taşır. Giritli tanrıça Britomartis'in adı atlı bakire anlamına gelir. Bu tanrıça avcı kılığında dağlarda köpeklerle dolaşır ve erkeklerden uzak yaşar. Anadolu'nun Kybelesi bu yenidünya değerlerinde Giritli tanrıçanın özellikleriyle benimsenmiştir. “ (Kürşat Başdemir, bilim ve ütopya dergisi, Ekim 1998)

Anadolu insanı için bu geleneğin köklerini Anadolu’nun ilk sahiplerinde bulmak şaşırtıcı olmasa gerek. Bu gelenek çok tanrılı dönemlere kadar uzandığını yukarıdaki pasajdan hemen çıkarabiliyoruz. Zaman içinde gelenekler değişirken ve yeni gelenekler ve yaşam tarzı eskisinin üzerine yerleşirken elbette birbirinden etkilenecektir. Çok tanrılı dinden, tek tanrılı dine dönüşürken toplumlar eski inancından vazgeçmeyenler, yeni inanç içinde eskisini biçim değiştirerek de olsa yaşatacaktır.

“Artemis zamanla Hıristiyanlaşarak Meryem Ana olmuştu. İbranice'de genç kız anlamına gelen "almah" sözcüğü; Yunanca'ya "bakire"ye dönüştü. (Alkan, İ.) Meryem Ana’da Artemis gibi bakire idi. “ (Kürşat Başdemir, bilim ve ütopya dergisi, Ekim 1998)

“Meryem Ana sevgisi bütün Anadolu'ya yayılacak, Anadolu halkları İslamlaşırken Hıristiyanlığı terk edecekler fakat Meryem Ana'yı yine de çok seveceklerdi. “(Kürşat Başdemir, bilim ve ütopya dergisi, Ekim 1998) Meryem ismi birçok kız çocuğuna verilmeye devam etmesinin arkasında büyük olasılıkla bu sevgi yatmaktadır.

Erkeklerden uzak yaşamış, eli eline belki erkek değişmiştir ama zarını koruyarak bakireliğini bozmayan genç kıza birçok anlam yüklenmiştir Anadolu insanı tarafından. O kadar ki namus artık bir zara kadar indirgenecektir. Biyolojik olarak esnek olan zar, ilk birleşmede eğer yırtılmadıysa, vay haline, ertesi gün gelinin başına gelecekler! Çünkü geleneksel düğünlerde, gerdek gecesinden sonraki sabah kanlı çarşaf yıkanıp asılması gereklidir. Eğer kan yoksa artık bu kızımızın başına neler neler gelecektir. Ertesi gün belki anasının evine ‘kız çıkmadı’ diye damat ve ailesi tarafından bırakılacaktır! Aile içinde küçümsenecektir, belki de hiç iyi gözle bakılmayacaktır! Genç yaşında sorgusuz sualsiz mahkum olacak ve kendisine biçilen cezayı bekleyecektir. Belki bu arada intihar edip, kendisini ve ailesini yüz karasından kurtaracaktır!

Gelenekler içinde önemli bir yere sahiptir bakirelik! Kızlığını korumak için her türlü özveriye hazır yetiştirilir! Hurafeler ile dolu yetişir kızlar. İlk aybaşı olmaları birçok genç kız için birer travmadır, çünkü kafalarına yerleşmiş birçok hurafe vardır. İlk gece içinde başka travmalar genç kızlarımızı beklemektedir. Çünkü birçoğu başına ne geleceğini bilerek ya da bilmeyerek ilk geceye hazırlıyor kendisini ama bir görev yapar gibi yaptığı için, o ilk gecenin de travmasını da ömür boyu üzerinde taşıyacaktır. Kafasında canlandırdığı gibi değildir aslında yaşadıkları, çok daha hafif ve zevkle atlatacağı ilk birliktelik, bir işkence sahnesi olarak anımsayacaktır! Toplum böyle istediği için o bunları yaşayacaktır. Kendisi istediği ile değil.

Erkeklerde kadınlardan farksızdır, onlarda başka bir travma içindedir. Belki bir bölümü ilk deneylerini bir yerlerde yaşamış ve o travmayı hafif atlatmıştır ama bir düğünün akşamı ilk buluşmada yaşayacakları onun içinde büyük bir sınavdır. Gerçi bir oda içinde kalacak olan, bu anımsanmak istenmeyen sahne (gece) her iki tarafın geleceğinde de kara bir nokta olarak duracaktır. Toplum onların o gece ne yaptıklarını biliyor ve o ikisi toplumu mutlu etmek için yasal olarak birlikte olacaktır. Üstelik ertesi gün kanlı çarşafı kapı önüne yıkanmak için bırakacaktır!

Düğünün kendisi travmadır! Mutlu bir eğlence sonunda yorgun iki insanın birlikte olmak için bekledikleri o söz ve nişan günlerinden sonra hadi bu odada her şeyi yapabilirsiniz diyerek odaya iteklenen iki farklı insan! Bütün gözler ve kulaklar sanki o odanın kapısının önündedir!

Bakirelik, hiç düşündünüz mü, kaç genç kızımızın korkulu rüyası olduğunu, hurafelerle kafaları doldurulan ve yaşamları birer cehenneme çevrilen kızlarımızın yaşamını. Aman fazla zıplama zarın yırtılır diyen büyük annenin sesini kulağında duyan genç kızın halini! Gezen ve sokakta çocukluğunu yaşayan kızlara hemen sınırları anımsatıldığında, o çocuk ne hisseder? Oyun arkadaşlarından koparılıp ev işleri yapan kız çocukların özlem ile sokağa baktıklarını… Bu travma, acaba gelecek olana taşınacak birer travmayı yaratmaz mı? Bizim geleneklerimizin içinde kuşaktan kuşağa aktarılan travmalar bu şekilde taşınmaya devam ediyor! Hastalık bütün yaşam boyu sürüyor, o travmayı yaşayanda kendi çocuğuna aynı duyguları yaşatıyor, çünkü anasından gördüğünü çocuğuna taşıyor. Yüzyıllardır süren bakirelik miti toplumu mutsuz yapmaya devam ediyor. Namus için kan dökülmeye devam ediliyor.

Hıristiyanlık inancı içinde kendisini tanrıya adayanlar kiliselerde çalışan bayanlar, siyah kıyafetler içinde bir matem havası eşliğinde yaşamaya devam ediyorlar. Onların tercihi o yöndedir. Katolik papazlar ve hemşireler evlenemezler, fakat toplum için bu yasak geçerli değildir. Dünya nimetlerinden ellerini çekip kendilerini tanrıya adayanlar için doğal karşılanan bu durumu nasıl oldu da bizler kendi çocuklarımıza uygular olduk? Çocuklara yaşatılan travmalar nasıl oldu da gelenekselleşti?

İSMAİL CEM ÖZKAN
7 Aralık 2006

Hiç yorum yok: