9 Ocak 2008 Çarşamba

Bir belgesel izledim!

Bir belgesel izledim!

Yaşadığım bölgede yayın yapan kanalda belgesel bir program seyrettim. Yabancıların Almanya’ya gelişini konu alıyordu. Yabancıları işleyen görüntülerde genelde Köln şehrinin ünlü katedralini göstermek ile başlar. Ellerinde tahta çantalar olan yabancılar, çevreye garip garip bakarlar. Büyük yapının yanında ezilen insanlardır aslında orada.

Köln (Kolonya) şehrini gösterdikten sonra tok bir ses ile yabancılar üzerine yorumlar yapılır. Onlar aslında misafir işçi olarak gelmişlerdir ve geldiklerinde sadece ellerinde çantaları vardı, ayaklarında doğru dürüst olmayan ayakkabıları. Toplu olarak kaldıkları işçi yurtları gösterilir ve o yurtlarda yeterli olmayan su ve mutfak gösterilir. Fabrikalara yakın yerde yapılmış ilk konutlar derme çatma şeklindedir ve hiç estetik yoktur. Toplum dışında etrafı tel ile çevrili yerlerdir. Yıllar ilerler ve yabancılar şehir içinde bulunan yaşam ile tanışır. Orada olan alman birahanelerine takılanlar, kendi aralarında bira içip kağıt oynarlar. Yabancı yabancı ile daha iyi anlaşırken, almanlar ile de ellerinden geldiğince sohbet etmeye çalışmaktalar. Onlar, orada hep misafir işçidir ve gidici olarak bakılmaktadır. Bazı yabancıları ilişkiye girilecek kaçamak olarak görenler, sıcak ilişkiye geçmişler. Görüntüler siyah beyazdır. Tok ses ile gelişim süreçleri anlatılır. Yabancı işçilerin nasıl olup da misafirlikten kalıcı hale döndükleri sahneler gözümün önündedir. Yabancılar ile komşu olan Almanların bakışları röportajlar ile gündeme getirilir. Başı bağlı olanlar hep Türk’tür. Ve onlar ilişkiye geçmek istemeyen, kendi yaşamlarını buraya dayatanlar olarak algılanır. Çöpleri dahi atmayı beceremeyen ailelerdir. Çamaşırları bahçeye serdikleri içinde ayıplanır. Etek altında pijama giyenler olarak görülür. Evlerinde kullanılmayan eşyaları verdikleri kimselerdir ve sadece o eşyaları verdikleri zaman konuştukları komşulardır. Aslında iyi insandırlar ama çocuklarına pek bakmazlar. Çocuklar her yere tırmanmakta ve gürültü etmektedir. Biraz alaycı yaklaşır o dönemdeki komşular ama iyi ilişki içinde olduklarını da vurgulamadan duramazlar. Çünkü onlar misafirdir ve bir gün gideceklerdir. Onlara iyi davranmak gerek bakış açısı hakimdir.

1973 yılında Ford fabrikası önünde yapılan, işten atılan işçiler ile dayanışa eyleminde bazı sahneler benim dikkatimi çekmişti. Görüntüyü görmediğiniz için, gözünüzden canlandırabilmeniz için sahneyi anlatmaya çalışayım; Ford fabrikası önünde işçiler toplu olarak durmaktadır. Yıl henüz sonbahara dönmemiştir. Hava ne sıcak ne de soğuktur. Yabancılar bir arada durmakta ve onları izleyen bir küçük kalabalık vardır. Fabrika bahçesi dışında aileler gözükmektedir. İşçiler fabrika girişinde basın ile konuşmaya çalışmaktadır. Bu sahnenin ortasında bir alman işçi bir türkün yakasından tutmuş bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. Kamera o tarafa doğru yaklaşmakta ve alman işçinin sesi duyulmaktadır. Alman işçi Türk işçinin yakasından tutup fabrikaya doğru çekmektedir. ‘Gelin işinizin başına, bu fabrikaya ihtiyacımız var, ülkemizin ihtiyacı var, bizim ekmeğimizden mi etmek istiyorsunuz, gelin ve çalışın! Buraya çalışmak için gelmediniz mi, o halde gel ve çalış!’ demekte. Türk işçi sadece tepkisiz olarak suratına bakmaktadır. Hiçbir şey anlamadığı halinden bellidir. Boş boş bakmaya devam etmekte ve hiç ses çıkarmamaktadır. Alman işçi sözünü bitirdiğinde heyecanı geçmiş bir şekilde elini Türk işçinin yakasından çekmiştir. Türk işçisi yanındaki arkadaşına bakıyor ve onun el hareketi ve tepkisiz bir şekilde oturuyor. Türk işçi arkadaşlarının yanındadır. Kızgın bir şekilde bir şeyler anlatmaya çalışan alman işçi ise fabrikaya doğru gitmektedir.

Umarım gözünüzde bu sahne canlanmıştır. Şimdi bu durumu analiz edelim ne dersiniz? Hangi açıdan analiz edelim dersiniz? Olaya burada nereden baktığın sorunu ile karşı karşıya kalırsınız. Ben işçi açısından bakayım. Bir alman işçi ya da ustabaşı gelmiş yakasını tutmuş ve bir şeyler anlatıyor ve adamın ne demek istediğini hareketten anlıyor ama tüm cümlelerini anlamıyor, çünkü o kadar almanca bilgisi yok! O yüzden o arkadaşlarına ile bağlı, çünkü onların arasında kendisini daha özgür ve kendimden hissediyor. Yani organik bir bağ kurmuş kendi ülkesinden gelen insanlar ile almanlar ise işveren ve ona uzaktır. Arkadaşına baktı konuşma sonunda ve onun otur işaretini gördüğü için onun yanında kaldı.

Şimdi bu durumda işçinin psikolojik yapısını çözebildiniz mi? Anlamışsınızdır, o yüzden burada o işçinin psikolojik analizini yapmayacağım. Sosyal olarak da zaten kısaca açıklama içinde değindim. Şimdi duruş noktamızı bugüne taşırsak, olaya nasıl tepki verirdi işçi?

Bu anda bugünkü duruş önem kazanıyor. Bugün insanlar daha bencildir. Önce kendi çıkarını düşünür, arkadaşları ile gerektiği gibi dayanışma içinde değildir. Her koyun kendi bacağından asılır! O işçi bugünkü birikim olsaydı, alman işçi ile fabrikaya giderdi. Üstelik sosyal çevrenin vereceği tepkiyi hiç düşünmezdi. Önce kendi çıkarı gelir, iş yerini kaybetmektense, arkadaşı işsiz kalmış o kadar önemli değildir. Eğer arkadaşı onun ile küserse dahi, kendisini fabrika içinde kendisi gibi davranan yeni arkadaşlar hemen bulabilir! Sosyal çevre sürekli değişken olabilir, çünkü öncelik kendi ve ailesinin geleceğidir. O işte kalmak zorundadır çocukları için! Bakmak ile yükümlü oldukları için. İşsiz kalsa bugün kim gelip bakacaktır?

O dönemde işçi almanca bilmemesi onun yukarıdaki davranıştan alıkoymuş olabilir mi? Eğer işçiler almanca bilmiş olsaydı Ford fabrikası direnişi başarılı olabilir miydi? Bir belgesel film izledim, kafamda değişik soruların oluşmasını sağladı. Aralık ayı içinde WDR kanalında ve WDR yapımı bir belgesel filimdi. Şimdi izlediğim filmin adını ve yapımcısını anımsamıyorum ama kafamda gördüğüm sahnelerin görüntüsü ile yaşamaktayım. Bu sahneyi paylaşmak geçti içimden, siz olsanız neler düşünürdünüz?

İSMAİL CEM ÖZKAN
3.1.2007

Hiç yorum yok: